Sual: Fakirlikten korkmanın, uğursuzluğa inanmanın dinimizdeki yeri nedir?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Gazâlî hazretleri Kimyâ-i se'âdet kitabında buyuruyor ki:
“Fakirlikten korkmak, uğursuzluğa inanmak şeytandandır. Nitekim, sûre-i Bakaradaki 268. âyet-i kerimede meâlen;
(Şeytan, muhtaç hâle düşeceğinizi, size söz veriyor) buyuruldu.
Allahü teâlânın merhametine güvenmek, yüksek marifettir. Ummadık yerlerden, düşünmedik sebeplerle, bol rızık gönderdiği her zaman görülmektedir. Fakat, gizli sebeplere de güvenmemeli, sebepleri yaratana sığınmalıdır...
Vaktiyle tevekkül eden birisi, bir mescidde ibadet ederdi. Mescidin imamı, buna;
- Fakirsin, bir iş tutsan iyi olur dedi. Bu da;
- Bir Yahudi komşum, her gün bana lazım olan şeyleri gönderiyor deyince, imam;
- Öyle ise, sen işini sağlama bağlamışsın, çalışmazsan zararı yok dedi. Bu da, imama;
- Öyle ise, sen de, herkese imam olmaktan vazgeç ki, Yahudi'nin sözünü, Allahü teâlânın sözünden üstün tutan, imam olmaya layık değildir dedi.
Başka bir mescid imamı da, cemaatten birine;
- Nereden geçiniyorsun? dedi, o da;
- Dur! Önce senin arkanda kıldığım namazı yeniden kılayım dedi. Yani senin, Allahü teâlânın rızık göndereceğine inancın yok. Namazın kabul olmaz, demek istedi.
Böyle, tam tevekkül edenler, her zaman, hiç ummadıkları yerlerden rızıklanmış, sûre-i Hûddaki 6. âyet-i kerimenin;
(Yeryüzündeki her canlının rızkını, Allahü teâlâ, elbette gönderir) meâline imanı kuvvetlenmişlerdir.
Ebû Ya'kûb-i Basrî hazretleri şöyle anlatır:
“Mekke-i mükerremede on gün aç kaldım. Dayanamaz bir hâle geldim. Sokağa atılmış bir şalgam gördüm. Almak istedim. İçimden, sanki bir ses: On gün sabrettin de, şimdi çürümüş bir şalgamı mı yiyeceksin? dedi. Almadım. Mescid-i harâma girip oturdum. Biri gelip, önüme, yağda yeni kızarmış ekmek, şeker ve badem koydu ve;
-Denizde idim, fırtına çıktı. Kurtulursam, ilk gördüğüm fakire, bunları vermeyi adadım dedi. Her birinden bir avuç aldım. Artanı, sana hediyem olsun dedim.
Demek ki; Allahü teâlâ, bana rızık göndermek için, denizde fırtına çıkardı. Bu kimseyi kurtarıp, adak ile bana gönderdi diyerek şükrettim. Sokakta rızık aradığıma pişman oldum.”
İmanı kuvvetlendirmek için, böyle olayları, hadiseleri okumak lazımdır.
***
Sual: İslâm devletinde kaza veya afet ile olan zararlar, sigorta şirketleri tarafından karşılanmazsa nasıl telafi edilebilir?
Cevap:
Birçok tüccar, tehlikeli kazanç yollarına atılmaktadır. Bu tehlikeler ticareti ve sanatı haram etmemiştir. Hâlbuki, kumarda bu tehlikelerin hiçbiri yoktur. Hatta kumar, tehlikesiz, zahmetsiz bir kazanç olduğu için haram olmuştur. Evet, oyunlarda kumar olur. Fakat her kumara oyun demek doğru değildir. Merhum şeyh Ebû Zühre “rahmetullahi teâlâ aleyh” de, sigortanın kumar olduğunu, garer bulunduğunu ve tehlike olunca, sigortacının, tehlike olmayınca da sigortalının gaben-i fâhiş ile zarar ettiğini, her sözleşmede, iki tarafın zarar ve kârlarında müsavat, adâlet bulunmasının esas olduğunu bildiriyor. Hayat sigortasının ise, açık bir kumar ve fâiz olduğunu yazıyor. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, hiçbir sigorta helal değildir. Tehlike ve zarar sigortasına da câiz denilemez. Yardım sandıkları bu işi yapmaktadır. Fakat, yardım sandıklarına, hayır sahipleri ve hükûmet para koyar. Buraya para koyan, bundan, istifade edemez. İstifadeye kalkışırsa kumar olur, haram olur. Haramların âdet hâlini alması, helal olmalarına sebep olamaz.
Görülüyor ki, Müslüman olsun, kâfir olsun, herhangi bir sigortacı ile Dâr-ül-islâmda yapılan sözleşme fasittir. Alınan ve verilen paralar haramdır. Bir Müslümanın, kâfir olan sigortacılar ile Dâr-ül-harbde sözleşme yapması ve ondan para alması helal olur. Dâr-ül-islâmda semâvî, yani kaza ile afet ile olan zararlar, sigorta şirketleri tarafından değil, (Yardım cemiyetleri) tarafından ödenmelidir. Böylece, hem millete hizmet olur. Hem, cemiyete teberru [bağış] yapan hayır sahipleri sevab kazanır. Hem de, millet büyük bir günahtan kurtulur. (Tam İlmihal s. 877)
***
Sual: İslâmiyyette sigortanın yerini, vakıf, Beyt-ül-mâl ve yardım cemiyetleri mi almaktadır? İşçi sigortalarında ve emanetçide toplanan ve maaşlardan kesilen mallar, paralar (Lukata) hükmünde midir?
Cevap:
Sigortaya Arabi’de (Temin) denilmektedir. İslâmiyyette sigortanın hiçbir nevi yoktur. İslâmiyyette (Vakıf) ve (Beyt-ül-mâl), (Yardım cemiyetleri) vardır. İşçi sigortalarının ve emekli sandıklarının işlerini Beyt-ül-mâl yapar. Beyt-ül-mâl, işçiden, memurdan hiçbir şey almaz. Aylıklarından ve ücretlerinden, hiçbir şey kesmez. Çünkü bunlar fakirdirler. İşverenden, tüccardan zekât alır. Bu işi hükûmet yapar. İşverenlerin, tüccarların defterlerini, hesaplarını inceleyerek zekâtlarını alır. Beyt-ül-mâla koyar. İşçilere, memurlara, emeklilere buradan ev, maaş, geçim temin eder. Böylece her Müslüman, rahat, mesut olarak yaşar. İşçi sigortalarında ve emanetçide toplanan ve maaşlardan kesilen malların, paraların (Lukata) hükmünde olduklarını, büyük âlim Abdülhakîm efendi, vaazlarında bildirmiştir. Lukata, yerde bulunan mal demektir. Bunlar ve mal-ı habis, sahiplerine geri verilir. Sahipleri bulunmazsa, fakirlere verilir. Eline geçen fakirin mülkü olurlar. Hükümet, ticaret, ziraat, hatta fabrika, ağır sanayi yapmaz. Bunları hususi teşebbüs, yani millet yapar. Her çeşit sigortanın haram olduğu, Yusuf Kardâvînin (El-helal vel harâm) kitabında vesikaları ile yazılıdır. (Tam İlmihal s. 877)