Cevap:
(Fetâvâ-yı Feyziyye), (icâre) kısmında diyor ki, (Zeyd kendi arsasında kendi malzemesi ile, eni, boyu ve yüksekliği belli, bir oda yapması için, bir usta ile, belli ücret ile sözleşse ve ücretini peşin verse, odayı yaptıktan sonra, ustanın daha para istemesi caiz olmaz. Usta kendi malzemesi ile yapsaydı, [yani istisnâ sözleşmesi olsaydı] caiz olurdu). Bir kimsenin, kendi arsası üzerinde, istisnâ yolu ile ev yaptırmasının caiz olduğu bu misalden anlaşılmaktadır.
Arsası olmayan kimsenin, bir apartman katını, inşa edilmeden önce, peşin semen ile satın alabilmesi için, ya istisnâ yapılır. Yahut semeni müteahhide emanet olarak verir. İnşaat tamam olduktan sonra, satış sözleşmesi [Akit] yapılır. Müteahhidin, apartmandaki ve arsadaki hisse-i şayiasını birlikte olarak satmasının caiz olduğu, Mecellenin ikiyüzonbeşinci maddesinde yazılıdır. Peşin semen ile yapılacak bina tamamlanmadan önce zekât verme vakti gelirse, zekâtı verilmez. Müeccel semen ile olanın zekâtını sanat sahibi, sarf ettiği paranın kırkta biri kadar verir. (Tam İlmihal s. 822)
***
Sual: Bazı kimseler; “Evliya denilen Allah adamları, insanların yaptıkları, iyi, kötü hiçbir işlerine karışmaz, onlara nasihat etmez, günah işleyenlere ses çıkarmaz ve dinin emirlerinin yapılmasını da teşvik etmezler” diyorlar. Gerçekten böyle midir veya bunun aslı nedir?
Cevap:
Konu ile alakalı olarak, evliyanın büyüklerinden olan Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri Gunyet-üt-tâlibîn kitabında buyuruyor ki:
“Bir kimse, bir günah işleyeni görüp de menedince, kendine zarar gelmek ihtimali bulunduğu zaman, acaba menetmesi caiz olur mu? Bize kalırsa olur, hatta çok kıymetli olur. Allahü teâlâ için kâfirlerle cihat etmek gibi sevap verilir. Hele zalim devlet adamları elinden mazlumu kurtarmak ve memleketi kâfirlik kapladığı bir zamanda imanı izhar etmek, açığa çıkarmak için olunca, böyle zamanlarda, nehy-i münker yapılmasını, haramlardan menedilmesini ulema, âlimler de söylüyor.”
Evliyanın büyükleri, emr-i ma'rûfu ve nehy-i münkeri yani iyilikleri emretmeyi, kötülüklerden sakındırmayı terk etmiş olsalardı, kitaplarında bunları yazarlar mı ve bu derece mübalağa ederler mi idi?
Kur’ân-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun şeylere Ma'rûf, bunlara uymayan şeylere Münker denir. Hadîkada;
“Nass yani Kur’ân, hadis ile ve müctehidlerin söz birliği ile yasak edilen şeylere Münker denir” buyuruluyor.
Emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yapmak da iki kısımdır: Birinci kısım ma'rûf ve münkerler meydanda olup, âlim olan ve olmayan bunları bilir. Beş vakit namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, zekât vermek, haccetmek gibi şeylerin farz olduğu Ma'rûf ve zina, alkollü içkilerin içilmesi, hırsızlık, yankesicilik, faiz alıp vermek, başkasının malını gasbetmek ve bunlar gibi şeylerin haram olduğu Münkerdir. Bunları her müminin emir ve nehiy etmesi lazımdır.İkinci kısmı, yalnız âlimler bilir. Allahü teâlâ için, ne gibi şeylere ve nasıl inanmak lazım olduğu gibi. Bu kısımda olanları, âlimler emir ve nehiy eder. Eğer bir âlim, bunları bildirdi ise, âlim olmayanın da, gücü yeterse, bildirmesi caiz olur. Münkerin ikinci kısmı, daha ziyade imanda, itikatta olan bozukluklardır. Her müminin Ehl-i sünnet itikadına yapışması, bozuk imandan, yani dalaletten, itikatta bidatten kaçınması lazımdır.