Cevap: Ses çıkarmak için kullanılan cansız cisimlere Mizmar, çalgı aleti denir. Gök gürlemesi, top, tüfek, baykuş, papağan, çalgı değildirler. Ses çıkaran eğlence aletleri, davul, dümbelek, zilli maşa, ney, kaval, hep çalgıdır. Çalgı, kendiliğinden ses çıkarmaz. Ses çıkarmak için, davula vurmak, neyi, kavalı, üflemek lazımdır. Bunlardan çıkan ses, insanın değil, bu çalgıların hasıl ettiği sestir. İbni Abidînde deniyor ki:
“Lu’b, la’ib, lehv ve abes, hepsi oyun ile vakit geçirmektir. Tavla ondört taş oynamak, bütün çalgıları çalmak, dinlemek, raks, dans etmek, hokkabazlık, şaklabanlık etmek, el çırpmak, hep oyun olup, tahrimen mekruhturlar. Devamlı yapılırsa veya farzları yapmaya mani olurlarsa, kumar ile yapılırsa, sözbirliği ile haram olurlar. Def, kaval, ney çalmak ve dinlemek de böyledir. Hadis-i şerifte; (Her türlü lehv haramdır. Yalnız, zevce ile oynamak, at ve silah ile talim, yarış yapmak caizdir) buyuruldu.”
Merâkıl-felâhda ve Tahtâvî şerhinde deniyor ki:
“Duanın ve her zikrin sessiz olması efdaldir. Tarikatçıların yaptıkları gibi, raksetmek, dönmek, el çırpmak, def, dümbelek, ney, saz çalmak, sözbirliği ile haramdır.”
Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney çalmadı, raks etmedi, dönmedi. Bunları, sonradan gelen cahiller uydurdu. Hikmet yani fen, sanat, faydalı şeyler ve nasihat bildiren şiirler yazmak ve sesle okumak helaldir. Şehvete ait şiirler okumak haramdır. Bunları okumak kalpte nifak yapar. Üflemekle, vurmakla, temas veya tel ile çalınan bütün çalgıları çalmak, dinlemek ve dinlemeye gitmek haramdır. Peygamber efendimiz çalgı çalınan bir yere tesadüf ettiğinde, mübarek parmaklarını kulaklarına tıkadılar. Kur’an-ı kerimi, mevlidi, ezanı ve ilahileri çalgı çalarken okumak veya çalgı aletleri ile okumak küfürdür. Haram bulunan şiirleri okumak mekruh, teganni ile okumak ve fuhuş olanları okumak haramdır.
Berîka kitabında, şeyh-ül-islâm Ebüssü’ûd efendinin fetvası yazılıdır. Bu fetvada helal ve haram olan teganniler bildirilmektedir. Çalgılar hakkında hiçbir şey yazılı değildir. Ney ve çalgı çalanların, bu fetvayı ileri sürmeleri, Ebüssü’ûd efendiye iftira olmaktadır.
***
Sual: Kalbin ve ruhun iki kuvveti nelerdir ve ne gibi özellikleri vardır? Bunların fazla veya az olmasının faydası mı yoksa zararı mı olur?
Cevap: Kalbin ve ruhun iki kuvvetinden birincisi, (Kuvve-i âlime) ve (Müdrike) denilen (anlama kuvveti)dir. Bu kuvvete, (Nutuk) ve (Akıl) denir. Bu kuvvet ile, aklın erdiği şeyleri anlarlar. İkincisi, hareket ettiren (Kuvve-i âmile), (yapıcı kuvveti)dir. Her iki kuvvet de ikiye ayrılır. Aklın birinci kısmına (Hikmet-i nazarî), ikinci kısmına (Hikmet-i amelî) denir. Yapıcı kuvvetin birinci kısmına (Şehvet) denir ki, zevkli, tatlı şeylere kavuşmak isteyen kuvvettir. İkinci kısmına (Gadab) denir ki, beğenmediği şeylerden uzaklaştırmak isteyen kuvvettir. Bu dört kuvvetten muhtelif işler meydana gelir. Bu işler akla uygun, güzel, noksan olmaktan ve aşırı olmaktan kurtulmuş olursa, bunları yapan huy fazilet olur. Noksan veya aşırı olan işleri yapan huy, rezalet olur. Aklın nazarî kuvveti iyi olursa, o huya (Hikmet) denir. İkinci kuvveti olan (Hikmet-i amelî) kuvveti iyi olursa, o huya (Adalet) denir. Kalbin ve ruhun, yapıcı kuvvetlerinin şehvânî kuvveti iyi olursa, o huya (İffet) denir. Gadabî kısmı iyi olursa, o huya (Şecaat) denir. İyiliklerin başı, bu dört huydur. Adaletin azı çoğu olmaz. Diğer üçünün aşırı ve noksan olmaları, rezalet olur. Hikmetin aşırısı (Cerbeze) yani, ukalalıktır. Noksan olması ise; (Belâdet), yani kalın kafalılıktır. Adaletin aşırısı ve noksanı olmaz. Yalnız zıddı, tersi olur ki, bu da (Zulüm)dür. İffetin aşırısı (Fücur) yani (Sefâhet)dir. Noksan olması ise (Humûd) yani durgunluktur. Şecaatin aşırısı (Tehevvür) yani saldırmaktır. Noksanı, korkaklıktır. Bazılarına göre hikmet, iffet ve şecaat bir araya gelince (adalet) olur.
Cerbeze huylu kimse, ruhun kuvveti olan aklını, hile, dedikodu, maskaralık yapmak için kullanır. Belâdet huylu kimse, hakikatleri anlayamaz. İyi, kötü şeyleri birbirinden ayıramaz. Tehevvür huylu kimse, kendini tehlikelere atar. Kuvvetli düşmanla dövüşmeğe kalkar. Korkak olan adam, sabır edemez. Dayanamaz. Hakkını arayamaz. Fücur huylu olan kimse, yemekte, içmekte ve evlenmekte mekruhlara ve haramlara sapar. Çirkin, kötü işlerden zevk alır. Humûd huylu olan kimse de, helal olan zevkleri, meşru olan arzuları terk eder. Ya kendi helâk olur, yahut nesli kesilir.
İnsanlarda bulunan bütün güzel ahlâk, yukarıda bildirilen dört iyi ana huydan doğar. Herkes bu dört huy ile öğünür. Hatta, soyu ile, yakınları ile iftihar eden kimseler, onlarda bu huylar bulunduğu için öğünürler. (İslâm Ahlâkı s. 147)
***
Sual: Mevlânâ hazretleri ney çalmış mıdır, ellerini açıp dönmüş müdür, eğer ney çalmadı ve dönmedi idi ise, bu yapılanlar nedir?
Cevap: Mevlânâ Celâlüddîn Rûmî hazretleri, evliyanın büyüklerindendir. Divanında otuzbin, Mesnevisinde kırkyedibin beyit vardır.
Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, Evliyânın büyüklerinden olan, Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı, raks etmedi. Dünyaya nur saçan Mesnevîsine, her memlekette, birçok dillerde şerhler, açıklamalar yapılmıştır. Bunlardan en kıymetlisi, Mevlânâ Câmînin kitabıdır ki bu kitapta deniyor ki:
“Mesnevînin birinci beytinde, “Dinle neyden, nasıl anlatıyor ayrılıklardan şikayet ediyor” deniyor. Ney, islam dininde yetişen kamil insan demektir. Bunlar, kendilerini ve her şeyi unutmuş, her an, Allahü teâlânın rızasını aramaktadır. Ney, Farsçada yok demektir. Bunlar da, kendi varlıklarından yok olmuştur. Ney denilen çalgı, içi boş bir çubuk olup, bundan çıkan her ses, onu çalan kimseden hasıl olmaktadır. O büyükler de, kendi varlıklarından boşalıp, kendilerinde, Allahü teâlânın ahlakı zahir olmaktadır. Neyin üçüncü manası, kamış kalem demektir ki, bundan da, insan-ı kamil kastedilmektedir. Kalemin hareketi ve yazması kendinden olmadığı gibi, kamil insanın hareketleri ve sözleri de, hep Allahü teâlâdandır.”
İkinci Abdülhamit han zamanında Ankara valisi olan Abidin Paşa, Mesnevî şerhinde, neyin insan-ı kamil olduğunu, dokuz türlü ispat etmektedir.
Sonraları, bazı cahiller, neyi çalgı sanarak, ney, dümbelek gibi, şeyler çalmaya, dans etmeye başladılar. Oyun aletleri, o tasavvuf üstadının türbesine konuldu. Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, yüksek sesle zikir bile yapmazdı. Nitekim Mesnevîsinde:
“Pes zi cân kün, vasl-ı cânânrâ taleb, bî leb-ü bî gâm mîgû, nâm-ı Rab!” buyuruyor ki; “O halde, sevgiliye kavuşmayı, can-u gönülden iste. Dudağını ve damağını oynatmadan, Rabbin ismini kalbinden söyle!” demektir.
Sonradan gelen din cahilleri, ney, saz, def gibi çalgılar çalarak, gazel okuyup dönerek, dans ederek, nefislerini zevklendirmişlerdir. Bu günahlara ibadet adını verebilmek, kendilerini din adamı tanıtabilmek için, Mevlânâ da böyle çalar ve oynardı, biz onun yolunda gidiyoruz diyerek, yalan söylemişlerdir.
***
Sual: Sabır ve kanaat nedir? Zaruret ile ihtiyacın farkı var mıdır?
Cevap: Sabır, kişi haramdan sakınıp, nefsin kötü arzularını yapmamaktır. Böylece, sonu pişmanlık olan lezzetlerden yüz çevirir. Sabır ikiye ayrılır: Biri, günah işlememek için sabır etmektir. Şeytan ve insanın kendi nefsi ve kötü arkadaşlar, insana günah işletmek isterler. Bunları dinlemeyip sabır etmek çok sevabdır. Burada bildirilen sabır, işte bu sabırdır. İkincisi, dertlerin, belâların acılarına sabır edip, bağırıp çağırmamaktır. Çok kimse, sabır deyince, yalnız bu sabrı anlar. Bu sabır da sevabdır. Yani sabrın ikisi de farzdır.
Kanaat, nafakada, yani yeme, içme, giyinme ve barınacak yerde zaruret miktarına razı olup, daha çok aramamaktır. Yoksa, verileni almamak demek değildir. Bu huya taktîr derler ki, kötü huydur. Aklın da, İslâmiyetin de beğenmediği bir şeydir. Kanaat ise, iyi ahlaktır. [Ölmemek, bir uzvu telef olmamak için lâzım olan şeye (Zaruret) denir. Nafaka için ve bedeni sıkıntıdan korumak için, lâzım olan şeye (İhtiyaç) denir. İhtiyaçtan fazla olup, hoşa giden, tatlı olan ve insanın kıymetini, şerefini korumaya yarayan şeylere (Ziynet eşyası) denir. Ziynet eşyasını, övünmek, başkalarına gösteriş, üstünlük sağlamak için kullanmağa (Tefahür) denir. Zaruret ve nafaka eşyasını temin etmek farzdır. Nafakadan fazla olan ihtiyaç eşyasını, meselâ ilaç ve tabip ücretini temin etmek sünnettir. Ziynet câizdir. Tefahür haramdır.] (İslâm Ahlâkı s. 150)