Âlim, çok kitap okuyan, çok bilgi sahibi olan değil, hakkı bâtılı seçebilen, yani yanlışı doğruyu ayırabilen, kimlerin sevilip sevilmeyeceğini anlayandır. En zor iş, hakkı bâtıldan ayırmaktır.
Kendi görüşümüz olarak hiçbir şey söylememeli. Nakledersek aziz oluruz, kendi görüşümüzü anlatırsak rezil oluruz. Seyyid Abdülkadir Geylani veya İmam-ı Rabbani hazretleri şu kitabının şu sayfasında şöyle buyuruyor denirse, bu büyük zat acaba ne demiş diye herkes dinler. O zaman onu dinlerken, rabıta hâsıl olur. Yani severek dinleyenlerin kalbi, o zatın ruhuna bağlanır ve ondan feyz alırlar. Abdülkadir Geylani veya İmam-ı Rabbani hazretlerinin ruhu orada hazır olur ve kalpler nurlanır. 40 sene sonra insan yine hatırlar. Kalplere hiçbir şey tesir etmiyorsa, konuşanın kalbi ölü demektir. Anlatanın kalbi ölü de olsa, âlimlerin, evliya zatların sözlerini nakledince Allahü teâlâ bundan feyz ve bereket yaratır.
Ahir zamanda, dinsizliğin, ahlâksızlığın son sürat yayıldığı zamanda, imanı muhafaza edip dinimize hizmet etmek yani bu feci cereyanın içinde ters yöne gidebilmek, kişinin kendi başına yapabileceği iş olmaktan çıkar. Evliya zatlardan bir himmet, bir dua olmazsa, bu sel akıntısına karşı durmak, hele onun ters yönüne doğru ilerlemek çok zor ve imkânsız olur; ama Ehl-i sünnete hizmet edenlerin üzerinde Müslümanların, evliya zatların duası olursa, Allahü teâlânın yardımı da olur. Cenab-ı Hak yeminle bildiriyor, (Siz Allah’ın dinine hizmet ederseniz, ben size yardım ederim) buyuruyor. Bu nimete kavuşanlar, kendini bir şey zannetmemeli. Bu hizmetler, hep dua, himmet, ihsan-ı ilahi ve Allahü teâlânın yardımıyla olur.
Müminleri sevindirmek çok kıymetlidir. Ubeydullah-i Ahrar hazretleri, daha gençliğinde, bir medresede, dört arkadaş, bir odada beraber kalıyordu. Kalb hallerinden de hiç haberi yoktu. Sadece ilim öğreniyordu. Bir gün, üç arkadaşı çok hasta oldu. Doktor geldi, Ubeydullah-i Ahrar hazretlerine, (Hemen bu odayı terk et, çünkü bunlar bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış, sen de ölürsün) dedi. (Kader böyleyse ölürüm) diyerek, arkadaşlarını bırakmadı. Gece onların hizmetlerini yaptı, odayı terk etmedi. Sabah bir kalktı ki, bütün vücudu değişmiş, nura gark olmuş. Durumu anladı. Hemen ellerini açıp, (Ya Rabbi, bu arkadaşlarıma şifa ver) diye dua etti ve arkadaşları sapasağlam ayağa kalktılar. Demek ki, müminleri sevindirmek, onlara hizmet etmek insanı kolayca ilerletiyor.