Cevap: Konu ile alakalı olarak Hadîkada buyruluyor ki:
“Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunları öğretmek ve kendine lazım olandan başka fıkıh bilgilerini öğrenmek ve Kur’ân-ı kerimin tefsirini ve hadis ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Fıkıh bilgileri, Kur’ân-ı kerimden ve hadîs-i şeriflerden öğrenilmesi farz olan bilgilerdir. Fıkıh kitabı okuyanlar, âyetten ve hadîsten hüküm çıkarmak ihtiyacından kurtulur. Farz-ı kifaye olanları bilen, yapan var iken, bunları öğrenmek müstehab olur. Bunları yapmak nafile ibadet olur. Yalnız, cenaze namazı böyle değildir. Cenaze namazını velisi kılınca, başkalarının tekrar kılması caiz olmaz. Namaz kılacak kadar Kur’ân-ı kerim ezberleyen kimsenin, boş zamanlarında daha çok ezberlemesi, nafile namaz kılmasından daha çok sevap olur. İbadetlerinde ve günlük işlerinde lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmesi ise, bundan daha çok sevap olur. Lüzumundan fazla fıkıh bilgilerini öğrenmek de, nafile ibadetlerden daha sevaptır. Lüzumundan fazla fıkıh bilgisi öğrenirken, tasavvuf bilgilerini ve hakîmlerin, yani Allahü teâlâya arif olanların sözlerini ve hal tercümelerini öğrenmesi de müstehab olur. Bunları okumak, kalpte ihlası arttırır. Fıkıh bilgilerini, derin âlimler, âyet-i kerimelerden ve hadîs-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından ve fıkıh âlimlerinden öğrenilir.”
Görülüyor ki, tefsir okumak farz-ı kifayedir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayın olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, caiz değildir. Zaten, bizim gibi cahillerin, tefsir ve hadis kitaplarından fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsirleri okuyan cahiller, böyle felakete düşerse, Mehmet Abduh, Ömer Rıza ve Seyit Kutup gibi dinde reformcuların tefsir adındaki kitaplarını okuyan acaba ne olur?
***
Sual: Din bilgilerini dünya menfaati için öğrenmenin kötü olduğu bilinmektedir. Peki fen bilgilerini öğrenmenin hükmü de böyle midir?
Cevap: Fen bilgilerini dünya menfaati için öğrenmek caizdir, hatta lazımdır. Hadîs-i şerifte;
(Bu ümmetin âlimleri iki türlü olacaktır: Birincileri, ilimleri ile insanlara faydalı olacaktır. Onlardan bir karşılık beklemeyeceklerdir. Böyle olan insana denizdeki balıklar ve yeryüzündeki hayvanlar ve havadaki kuşlar dua edeceklerdir. İlmi başkalarına faydalı olmayan, ilmini dünyalık ele geçirmek için kullananlara kıyamette Cehennem ateşinden yular vurulacaktır) buyuruldu.
Yerde ve gökte bulunan mahlukların hepsinin tesbih ettiklerini Kur’ân-ı kerim haber veriyor.
(Âlimler, Peygamberlerin varisleridir) hadîs-i şerifindeki âlim, Resûlullah efendimizin yolunda olan, Onun yoluna uyan din âlimi demektir. İslâmiyete uyan âlim, etrafına ziya saçan ışık kaynağı gibidir.
(Kıyamet günü bir din adamı getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları etrafına toplanıp, sen dünyada Allahın emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün derler. Evet, günahtır yapmayın derdim, kendim yapardım. Yapınız dediklerimi de yapmazdım. Bunun için, cezasını çekiyorum der) ve
(Mirac gecesi göğe götürülürken insanlar gördüm. Ateşten makaslarla dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını Cebrail’e sordum. Ümmetinin hatiplerinden, vaizlerinden, kendilerinin yapmadıklarını yapınız diyenlerdir dedi) ve
(Cehennem zebanileri, günah işleyen hafızlara, puta tapanlardan daha önce azap yapacaklardır. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmeyerek yapılandan daha kötüdür) hadîs-i şerifleri meşhurdur.
Eshâb-ı kiram çok âlim oldukları için küçük günahlardan da, büyük günahlar gibi korkarlardı. Hadîs-i şerifte geçen hafızlar, Tevrat hafızları olsa gerektir. Çünkü günah işleyen Müslümanlara kafirlerden daha şiddetli azap yapılmayacaktır. Yahut, bu ümmetten olup da, günahlardan, haramlardan sakınmaya ehemmiyet vermeyip, kafir olan hafızlardır. Hadîs-i şerifte;
(Alimler devlet adamlarına karışmadıkça ve dünyalık toplamak peşinde olmadıkça, Peygamberlerin eminleridir. Dünyalık toplamaya başlayınca ve devlet adamlarının arasına karışınca, bu emanete hıyanet etmiş olurlar) buyuruldu.
***
Sual: Eshâb-ı kiramı sevmeden Peygamber efendimizi sevmek olur mu? Eshâb-ı kirama düşman olanların hazret-i Ali efendimizi seviyoruz demeleri doğru mudur?
Cevap: (Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî) Serhendî “rahmetullahi aleyh” hazretleri, (Mektûbât) kitabının birinci cildi, yirmiikinci mektubunda buyuruyor ki:
Bazı kimseler, hazret-i Aliyi sevmiş olabilmek için, Eshâb-ı kiramın en üstünlerine düşmanlık etmek lâzımdır diyorlar. Bu sözleri ve anlayışları çok yanlıştır. Çünkü, sevmek için, sevgilinin düşmanlarına düşman olmak lâzımdır. Dostlarına düşmanlık lâzım değildir. Allahü teâlâ Fetih sûresinde (Eshâb-ı kiramın birbirlerine rahîm olduklarını), seviştiklerini bildiriyor. Rahîm, pek çok ve devamlı acımak, sevişmek demektir. Bu âyet-i kerime, Eshâb-ı kiramın “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” pek çok seviştiklerini haber vermektedir. Rahîm kelimesi, arabî gramerinde (sıfat-ı müşebbehe)dir. Sıfat-ı müşebbehe, devamlı, sürekli olmayı bildirir. Bunun için, Eshâb-ı kiramın pek çok sevişmelerinin devamlı, sürekli olduğu anlaşılmaktadır. Merhamete, sevişmeğe sığmayan, çekememek, kin beslemek, haset etmek ve düşmanlık gibi kötülüklerin, Eshâb-ı kiram arasında bulunamayacağını, bu âyet-i kerime bildirmektedir. Hadîs-i şerifte, (Ümmetimin ümmetime karşı en merhametlisi, Ebû Bekir’dir) buyuruldu. Ümmetin en merhametlisi olan kimsede, bu ümmetten herhangi birine karşı kin ve düşmanlık bulunabilir mi?
Hadîs-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma, yalnız benim için ne yaptın dedi. Ya Rabbi! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim ve zikir yaptım cevabını verince, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamet günü, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışık olur. Benim için ne yaptın buyurdu. Ya Rabbi! Senin için olan şeyi bana bildir deyince, Allahü teâlâ, ya Mûsâ, sevdiklerimi sevdin mi ve düşmanlarıma düşmanlık ettin mi buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâ için olan en kıymetli şeyin, Hubb-i fillah ve Buğd-ı fillah olduğunu anladı). (Fâideli Bilgiler s. 209)