Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“En mesut, en kazançlı kimse, dinsizliğin çoğaldığı bir zamanda, unutulmuş sünnetlerden birini meydana çıkaran ve yayılmış bidatlerden birini yok eden kimsedir. Şimdi öyle bir zamandayız ki, insanların en iyisinden bin sene geçmiş bulunuyor. Peygamber Efendimizin zamanından uzaklaştıkça, sünnetler örtülmekte, yalanlar çoğaldığı için, bidat yayılmaktadır. Bidati yaymak, din-i islâmı yıkmaktır. Hadîs-i şerifte; (Bidat işleyenlere büyük diyen, Müslümanlığı yıkmaya yardım etmiş olur) buyurulmuştur. Bir sünneti meydana çıkarmak ve bir bidati ortadan kaldırmak için, son gayretle çalışmak lazımdır. Müslümanlığın çok zayıfladığı bu zamanda, İslâmiyeti kuvvetlendirmek için, sünnetleri yaymak ve bidatleri yıkmak lazımdır. Bidatlerden hiçbirini güzel görmüyor, hepsini karanlık görüyorum. Peygamber Efendimiz; (Bidatlerin hepsi dalâlettir, yoldan çıkmaktır) buyurdu. Müslümanlığın zayıfladığı bu zamanda, Cehennemden kurtulmak, sünnete yapışmakla; dini yıkmak ise, herhangi bir bidate kapılmakla olduğunu görüyorum.
Bidatlerin her birini, İslâm binasını yıkan bir kazma gibi, sünnetleri ise, karanlık gecede yol gösteren, parlak yıldızlar gibi anlıyorum. İslâmiyetin kuvvetli olduğu zamanlarda, bidatlerin zulmeti belli olmuyor ve bunun için, güzel deniliyordu. Halbuki, bu bidatlerde de, hiçbir güzellik yoktu. Şimdi ise, Müslümanlık zayıflamış, kâfirlerin âdetleri, Müslümanlar arasına yerleşmiş olduğundan, her bir bidat, zararını göstermekte, kimsenin haberi olmadan, Müslümanlık sıyrılıp gitmektedir.
Bu zaman, bidatler dünyayı kapladığından, karanlık bir gece gibi görünmektedir. Sünnetler çok azalmakta, nurları da, bir karanlık gecede, tek tük uçan ateş böcekleri gibi parlamaktadır. Bidat işlenmesi çoğaldıkça, gecenin karanlığı artmakta, sünnetin nuru azalmaktadır. İsteyen, bidat karanlığını çoğaltsın, şeytan fırkasını kuvvetlendirsin! İsteyen de sünnetin nurunu arttırsın. Şunu iyi bilmelidir ki, şeytan fırkasının sonu felakettir. Allahü teâlânın fırkasında olan, saadet-i ebediyeye erecektir.”
***
Sual: Diş dolgusu ve kaplaması gusle mani midir?
Cevap: Diş doldurtmanın caiz olduğunu söyleyenler, Sebil-ür-reşâd mecmuasında 1913 senesindeki yazılı fetvayı ileri sürmektedirler. Bu derginin yazarlarından Manastırlı İsmail Hakkı, sinsi bir masondur. Bunlardan İzmirli İsmail Hakkı ise, mason Abduh'a aldananların başında gelmektedir. İttihatçıların gözlerine girerek medreselerde hoca olmuş ve Abduh'un reformcu fikirlerini yaymaya çalışmıştır. Zehirlediği talebesinden Ahmed Hamdi Akseki'nin Telfîk-ı mezâhib kitabına yazdıkları, onun içyüzünü göstermektedir.
İsmail Hakkı, dişleri altın tel ile bağlamanın caiz olup olmaması hakkında, fıkıh âlimlerinin bildirdiklerini yazmış, dişlerin gümüş yerine, altın tel ile bağlanmasının zaruret olduğundaki âlimlerin söz birliğini bildiren kitapları, mesela Siyer-i kebîr şerhini ileri sürerek, diş meselesi bir zarurettir demiştir. Halbuki, kendisine sorulan; dolgu veya kaplaması olan kimsenin gusül abdesti sahih olur mu sualidir. O ise, hileli cevap vermiştir. Bu hareketi, ilimde sahtekârlıktır. Ayrıca bu hileleri ile de iktifa etmemiş, İslâm âlimlerini kendine yalancı şahit göstermekten çekinmemiştir.
Diş kaplatmanın ve doldurtmanın zaruret olduğunu, Hanefî fıkıh âlimlerinden hiçbiri bildirmedi. Zaten fıkıh âlimleri zamanında diş kaplatmak, dolgu yaptırmak yoktu. Vesika olarak ileri sürdüğü Siyer-i kebîr şerhi tercümesinde, İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin, dişi düşen kimsenin, bunun yerine altından diş koymasına yahut altından tel ile dişleri bağlamasına caiz dediği yazılıdır. Diş kaplatmak yazılı değildir.
Sebîl-ür-reşâd mecmuası, İzmirli'nin yazısının derme-çatma, hileli olduğunu anlamış olacak ki, Mecmû'a-i Cedîde ismindeki fetva kitabının 1911 tarihli ikinci baskısındaki “Gusül caiz olur” fetvasını da vesika olarak eklemiştir. Halbuki, bu fetva, bu kitabın 1299 tarihli birinci baskısında yoktur. İkinci baskıya, ittihatçıların Şeyh-ül-islâmı Mûsâ Kâzım tarafından sokulmuştur. Sebîl-ür-reşâd mecmuası, bir reformcunun yazısını bir masonun yazısı ile ispata kalkışmıştır.
Hiçbir fıkıh âlimi, diş kaplatmaya, dolgu yaptırmaya zaruret dememiştir. Bunu yalnız mason olan din adamları ve dinde reformcular söylemekte ve yazmaktadırlar.