Cevap: Konu ile alakalı olarak Bezzâziyye fetvâsında deniyor ki:
“Her çeşit çalgı dinlemek haramdır. Fısk, günah anlatan şiir dinlemek mekruhtur. Günah işlemeyi istemek günah olmaz. İşlemeye karar verirse, yalnız karar vermek günahı yazılır. İşlemek günahı yazılmaz. Küfür, inkâr ve küfre sebep olan şeyler böyle değildir. Bunlara karar verince iman gider, kâfir olur. Kâfir olan anaya babaya hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyaretlerine gitmek lazımdır.
Küfre sebep olan şeyleri yaptıracaklarından korkulursa, ziyaretlerine gitmemelidir. Fakat, anaya, babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek lazımdır. Kâfirlerle birlikte yiyip içmek, bir iki kere caizdir. Her zaman ise, mekruh olur. Ücret karşılığı, şarap yapmak için üzüm sıkmak mekruhtur. Kilise tamirinde çalışmak mekruh değildir. Çünkü, bu işin kendisi günah değildir.”
Görülüyor ki, İslâmiyete uymaya gericilik diyen, yani ibadet yapmayı ve haramlardan sakınmayı beğenmeyen ananın, babanın evine gidilmez. Böyle olan akrabanın evine de gitmek caiz değildir. Başka özürler, sebepler söyleyerek gitmemeli, kalp kıracak, fitne çıkaracak şeyler söylememelidir.Hiç kimse ile münakaşa etmemelidir. Münakaşa etmek, dostluğu giderir, düşmanların çoğalmasına sebep olur. Fitne çıkarmamalı, dost ve düşman ile de tatlı konuşmalı, herkese karşı güler yüzlü olmalıdır. Bidat sahiplerine ve açıkça günah işleyenlere tatlı dil ve güler yüz caiz olmadığı için, zaruret olmadıkça, bunlarla karşılaşmamaya, görüşmemeye çalışmalı, zaruret miktarını aşmamalıdır.
***
Sual: Bulunduğu yerde kıbleyi tayin edemeyen kimse, Müslüman veya gayr-i müslim herhangi bir kimseye kıbleyi sorabilir mi?
Cevap: Cami, mihrap bulunmayan, hesap, yıldız gibi şeylerle de anlaşılamayan yerlerde, kıbleyi bilen, salih Müslümanlara sormak lazımdır. Kâfire, fasıka ve çocuklara sorulmaz. Kâfire, fasıka, muamelatta inanılırsa da, diyânâtta yani ibadetlerde inanılmaz. Kıbleyi bilen kimseyi aramaya, lüzum yoktur. Kendisi araştırır. Karar verdiği cihete, yöne doğru kılar. Sonradan, yanlış olduğunu anlarsa, namazı iade etmez.
***
Sual: Allahü teâlânın sevgisine kavuşmak için İslâmiyetin emir ve yasaklarına uymak şart mıdır? İnsan kendi kendine zikir ederek kavuşabilir mi?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının ikinci cild 50. mektupta buyuruyor ki: İslâmiyetin suretini elde eden, yani vilâyet-i âmmeye, Allahü teâlânın sevgisine kavuşanlar, tarikatta, yani tasavvuf yolunda ilerleyerek, vilâyet-i hâssaya kavuşabilirler. Bu yolda ilerleyen Müslümana (Salik) denir. Salikin nefsi yavaş yavaş, emmârelikden kurtulup itminana, rahata kavuşur. Azgınlığı gider. Şunu iyi bilmelidir ki, vilâyet-i hâssaya kavuşmak için çalışan sâlikin, hep İslâmiyetin suretine uyması şarttır. Tasavvuf yolunda en önemli vazife olan (Zikr-i ilâhî), İslâmiyetin emirlerinden biridir. İslâmiyetin yasaklarından sakınmak da, bu yolda lâzımdır. Farzları yapmak, salikin ilerlemesini kolaylaştırır. Tasavvuf yolunu iyi bilen ve salike yol gösteren âlim aramağı da İslâmiyet emir etmektedir. Çünkü, Mâide sûresinde, (Ona kavuşmak için vesile arayınız!) buyurulmuştur. [(Künûz-üd-dekâık)deki hadîs-i şeriflerde buyuruluyor ki, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir), (Evliya ol kimselerdir ki, Onlar görülünce, Allah hatırlanır), (Her şeyin hâsıl olduğu yer vardır. Takvanın elde edildiği yer, ariflerin kalpleridir), (Bâtın ilmi, Allahü teâlânın esrarından bir sırdır!). (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Müslümanların fakirlerini vesile ederek dua ederdi), (Âlimin yüzüne bakmak ibadettir!), (Onlar, öyle kimselerdir ki, yanlarında bulunanlar şakî olmaz!), (Ümmetimin âlimlerine saygılı olunuz! Çünkü onlar yeryüzünün yıldızlarıdır), (Allahın öyle kulları vardır ki, bir şey için yemin etseler, Allah o şeyi yaratır), (Âlimlerin yanında bulunmak ibadettir), (Talebesi arasında âlim, ümmeti arasında Peygamber gibidir), (Bir âlimin ölmesi, bir şehir halkının ölümünden daha büyük ziyandır), (Derecesi en üstün olanlar, Allahü teâlâyı zikir edenlerdir), (İnsanların en kıymetlisi, Müminlerin âlimleridir), (Zikir etmek, nafile oruç tutmaktan daha iyidir), (Allah sevgisinin alâmeti, Onu çok zikir etmektir), (Resûlullah, Allahü teâlâyı çok zikir ederdi), (İnsan, sevdiğini çok zikir eder).] (Tam İlmihal s. 949)
İslâmiyet, bütün makamların temelidir. Bütün kazançların sermayesidir. Ağaç ne kadar dal budak verse de ve duvar ne kadar yükselse ve üzerine yüksek binalar yapılsa da, köksüz ve temelsiz olamaz. Köke, temele her zaman muhtaç olurlar. Bir binada ne kadar çok kat yükselirse yükselsin, aşağıdaki katlara hep muhtaçtırlar. Hiçbir kat, altındaki kata olan ihtiyacından kurtulamaz. Aşağıdaki katlardan biri çürük olursa, yukardaki katların hepsi de çürük sayılır. Onlardan biri yıkılınca, yukardakiler de yıkılır. Demek ki, İslâmiyet her zaman ve her makamda lâzımdır. Hangi makamda olursa olsun, herkes İslâmiyete uymağa muhtaçtır. Ehlullah [yani Allah adamları, yani Evliya], hangi memlekette bulunursa, oradaki insanlar için büyük bir nimettir. Bunların saadete kavuşmaları için büyük müjdedir. Onları tanıyabilenlere, anlayabilenlere ne mutlu! (Tam İlmihal s. 952)