Cevap: Her Müslüman, hâline ve durumuna göre, günah işleyenlere, sertlik göstermeden ve fitne çıkarmadan emr-i ma’ruf yapabilir. Zira hadis-i şerifte;
(Günah işleyeni gören, eli ile mani olsun. Buna gücü yetmezse, dili ile mani olsun!) buyuruldu. Bu hadis-i şerif açıklanırken Hadîka'da deniyor ki:
“Emr-i ma'rufu ve Nehy-i münkeri el ile yapmak, devlet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalp ile yapmak da her Müslümana farzdır. El ile yapmaya Hisbet, dil ile yapmaya Nasihat denir. Hisbet yapmak, yani el ile müdahale etmek yalnız devlet memurlarının vazifesidir. Hadis-i şeriflere, kendine göre mana vererek, vacib olmayan şeyi yapmaya kalkışmamalı, fitne çıkarmamaya dikkat etmelidir.”
Cihad, cahil ana, babaların, dünya çıkarları için uğraşanların, keyifleri, zevkleri için zulüm, işkence yapan şeflerin aldattığı, inlettiği insanları küfürden, felaket yolundan kurtarmak, İslâm ile şereflendirmektir. Cihad, küfür, işkence ve kötülük içinde yetiştirilmiş, karanlığa atılmış zavallıları, İslâm ışığı ile aydınlanmalarına mani olan diktatörlerin, sömürücülerin zararlarını yok etmek için, canını, malını feda etmektir. İnsanları, sonsuz Cehennem azabından kurtarmak, sonsuz Cennet nimetlerine kavuşturmak içindir. Güç kullanılarak yapılan cihadı, fertler, kişiler değil, devlet yapar.
Fertlerin başkalarına saldırmalarına cihad değil, çapulculuk, barbarlık denir. Cihada katılamayanın, mücahitlere dua etmesi farzdır. Kâfirler, cihad sayesinde zalimlerin işkencelerinden kurtularak iman ile şereflenir. İslâmiyeti duyup, anladıktan sonra, iman etmeyenlerden, İslâm devletinin adaleti altında yaşamayı kabul edenlerin dinine, canına, malına dokunulmaz. Bunlar, İslâmın adaleti, şefkati altında hür ve rahat yaşar.
***
Sual: Kitaplarda hac veya umreye gidenler için, 'ihramdan çıkmadan önce başını tıraş ederler' deniyor. Kadınlar da erkekler gibi, ihramdan çıkmadan başlarını tıraş mı ederler?
Cevap: Kadınlar, saçını tıraş etmez. Makas ile biraz keser.
***
Sual: Peygamberlik ve Evliyalık kemâlâtı nedir?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının ikinci cilt 46. Mektupta buyuruyor ki: Elbet, Peygamberlik kemâlâtı yanında, Evliyalık kemâlâtı hiçbir şey değildir. [Atomun, güneşe nazaran ağırlığı ne olabilir?] Sübhanallah! Bazıları, şaşı gibi eğri görerek, Evliyalığı, Peygamberlikten üstün sanmış ve özün özü olan İslâmiyeti, kabuk gibi görmüş. Ne yapsınlar, İslâmiyetin yalnız suretini, dışardan görebilmişler. Özü, kabuk sanmışlar. Peygamberlerin halk ile meşgul olmalarını, noksanlık bilmişler. Bu meşgullüğü, insanların birbiri ile görüşmeleri gibi sanmışlar. Evliyalığı, Allahü teâlâya doğru ilerlemek olduğundan, daha üstün görmüşler.
Vilâyet, nübüvvetten daha üstündür demişler. Bunlar bilmiyor ki, kemâlât-i nübüvvette de yükselirken, vilayette olduğu gibi, Allahü teâlâya doğru ilerlemek vardır. Hatta, vilayetteki ilerleme, nübüvvetteki ilerlemenin bir sureti, görünüşüdür. Nüzul ederken [yani geri inerken], vilayette de, nübüvvette de, halk ile [mahlûklar ile] meşgul olmak vardır. Fakat, bu meşgul olmaklar birbirine benzemez. Vilayette, (Zahir), [yani beden ve his uzuvları] halk ile olup, (Bâtın) [kalp, ruh ve diğer latifeler] Allahü teâlâ iledir. Hâlbuki, Peygamberlikte, nüzul ederken, zahir de, bâtın da, hep halk ile meşgul olur. Bütün varlığı ile, kulları Allahü teâlâya çağırmaktadır. Bu nüzul, vilayetteki nüzulden, daha tam ve kâmildir. (Tam İlmihal s. 902)
***
Sual: İslâm alimlerinin halk ile görüşmeleri, halkın birbiri ile görüşmesi gibi midir? Allahü teâlânın ismini söylerken, kuyuya düşecek olanı kurtarmak mı, yoksa Allahü teâlânın ismini söylemeğe devam etmek mi efdaldir, kıymetlidir?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının ikinci cild 46. Mektupta buyuruyor ki: Bu büyüklerin halka teveccühleri, yani halk ile görüşmeleri, halkın birbiri ile görüşmesi gibi değildir. Halk, birbiri ile görüşürken, birbirlerine, yani Allahü teâlâdan başkasına, düşkün, bağlı bir hâldedir. Bu büyükler ise, halk ile görüşürken, bunlara bağlı değildir. Çünkü, bu büyükler, daha ilk adımda, Allahü teâlâdan başka şeylere bağlı olmaktan kurtulmuş, halkın Hâlıkına bağlanmışlardır. Bunların halk ile görüşmesi, halkı, Hakka doğru çekmek içindir.
Allahü teâlânın beğendiği yola getirmek içindir. İnsanları, Allahü teâlâdan başka şeylere kul, köle olmaktan kurtarmak için, onlarla görüşmek, kendini Hak ile bulundurmak için olan görüşmekten elbet daha üstün, daha kıymetlidir. Meselâ, bir kimse, Allahü teâlânın ismini söylerken, bir kör geçse ve önünde kuyu olsa ve bir adım atınca kuyuya düşecek olsa, bu kimsenin, Allahü teâlânın ismini söylemeğe devam etmesi mi efdaldir, yoksa söylemeği bırakıp, körü kuyudan kurtarması mı kıymetlidir? Şüphesiz körü kurtarması, zikr-i ilâhîden daha iyidir. Çünkü, Allahü teâlânın, ona ve onun zikrine ihtiyacı yoktur. Kör ise muhtaç bir kuldur. Bunu zarardan kurtarmak lâzımdır. Hele, kurtarmağı İslâmiyet de emir ettiği için, onu kurtarmak, zikirden daha mühimdir. Çünkü, emre de uyulmuş olur. Zikir etmekte, yalnız Hak teâlânın hakkı vardır. Onun emri ile körü kurtarmakta, iki hak yerine getirilmiş olmaktadır. Biri kul hakkı, biri de Yaratanın hakkı. Hatta bu hâlde zikre devam etmek, belki günâh olur. Çünkü zikir, her vakit iyi olmaz. Bazen, zikir etmemek güzel olur. Yasak edilen günlerde ve haram olan vakitlerde oruç tutmamak ve namaz kılmamak, oruç tutmaktan ve namaz kılmaktan daha iyidir.
[Din düşmanları, Müslümanlar egoist, hodbin olur sanıyor. Cennet nimetlerine kavuşmağı düşünür. Başkalarına iyilik etmeği düşünmez, diye iftira ediyor. Yukarıdaki yazı, bu sözlerinin, yalan ve iftira olduğunu açıkça göstermektedir]. (Tam İlmihal s. 902)