Cevap:
Kur'ân-ı kerimin, hadis-i şeriflerden ve başka ilahi kitaplardan bir ayrılığı ve üstünlüğü de, bugüne kadar indiği gibi, değişmemiş olarak kalmıştır. Harfleri ve noktaları bile değişmemiştir demek yetişmiyor. Çünkü Kur'ân-ı kerimdeki kelimelerin çeşitli okunuşundan başka, bu kelimelerin uzun, kısa, açık, kapalı, kalın, ince gibi okunmaları da, Resûlullah efendimizin bildirdiği ve okuduğu gibi kalmıştır.
İlm-i kırâet denilen ve pek çok kitabı olan büyük bir ilme ve İslâm âlimlerinin bu yoldaki çalışmalarına, hizmetlerine bakıp da şaşmamak elde değildir. Kur'ândan olup da çıkarılmış veyahut Kur'ândan olmayıp da sonradan katılmış tek bir kelime yoktur. Çünkü, İslâm âlimleri, Kur'ân-ı kerime dokunulmaması, ufak bir şüphenin bile ona yaklaşamaması için, çok sağlam bir esas koymuşlardır. Yani, Kur'ân-ı kerimin her asırda söz birliği ile gelmesi şarttır. Eshâb-ı kiramdan bugüne kadar, her asırda, yalan üzerinde söz birliği yapacakları düşünülemeyen yüz binlerce hafız vasıtası ile bizlere gelmiştir. Sanki bir an durmayan coşkun bir nehir gibi ebediyete doğru akıp gitmektedir.
Bugün İslâm düşmanlarının yeryüzünü kapladığı bir zamanda bile, elhamdülillah, dünyanın her tarafında, Allah kitabının her kelimesi, her noktası birbirine benzemektedir.
Kur'ân-ı kerimin ne kadar çok sağlam olduğu şundan da anlaşılır ki, Eshâb-ı kiramın büyüklerinden bazıları bildirdiği hâlde, tevatür yani söz birliği hâlini almayan okuma şekilleri, ne kadar kuvvetli olsa bile, Kur'ândan olmak için kâfi görülmemiştir. Mesela, yemin kefaretini bildiren (üç gün oruç) âyet-i kerimesini, Abdullah ibni Mesud hazretleri, (üç gün arka arkaya oruç) olarak bildirmiş ve bunu fıkıh âlimleri vesika bilerek, kefaret orucunun üç gün, mütetâbi'ât olarak, yani ard arda tutulması lazım olmuştur. Fakat Abdullah ibni Mesud hazretleri, Eshâb-ı kiramın büyüklerinden, çok güvenilir ve çok sağlam bir zat olmakla beraber, sözünde yalnız kaldığı için, Mütetâbi'ât kelimesi Kur'ân-ı kerime girememiştir. İhtiyat olunarak bu kelimenin manası alınmış ve yine ihtiyat olunarak Kur'ân-ı kerime sokulmamıştır. Bunlara Kırâet-i şâzze denir.
***
Sual: Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumağı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, câiz midir? Tefsirden fıkıh bilgisi öğrenilebilir mi?
Cevap:
Tefsir okumak farz-ı kifayedir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeğe kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumağı bırakıp, nafile olan tefsir okumak, câiz değildir. Zaten, bizim gibi mukallidlerin, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsirleri okuyan cahiller, böyle felâkete düşerse, Mehmed Abduh, Ömer Rıza ve Seyyid Kutub gibi dinde reformcuların tefsir adındaki kitaplarını okuyan acaba ne olur? (Feth-ul-mecîd) vehhabi kitabı, gençleri aldatmak için yazdığı yalanlara, iftiralara vesika olarak, birçok yerinde (İmâd ibni kesîr)in tefsirini göstermektedir. Şam’daki âlimlerden üstat Abdülgani, 1391 [m. 1971] baskılı (Fadl-üz-zâkirîn) kitabında, (İbni kesîr tefsiri)ni okumamalıdır. Çünkü, içinde dalâlât-i kesîre vardır demektedir. Seyyid Kutub, son zamanlarında yazdığı (Fî-zılâl-il Kur’ân) kitabında, Abduh masonunu övüyor. Üstadım dediği o sapık kimsenin yolunda olduğunu, tefsirine onun yazılarını, fikirlerini koyduğunu bildiriyor. Önceleri bir felsefeci, bir sosyalist iken, son zamanlarında İslâm dinini değiştirmeğe, kendi hülya ve sapık görüşlerini din bilgisi olarak yazmağa başlayan bu adamın, mezhepsiz bir dinde reformcu [bir zındık] olduğu, son yazdığı kitaplarında, açıkça görülmektedir. Muhammed Ali Sabuni ismindeki bir kimse de, 1391 [m. 1971] senesinde Mekke-i mükerremede hazırladığı (Revâi’ul-beyân) kitabını, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazıları ile doldurmuş ve aralarına Muhammed Sıddîk Hasen hân Bühüpâlî, Mahmûd Âlûsî, Seyyid Kutub ve İbni Kesîrin vehhabiliği tervîc eden fikirlerini de karıştırmıştır. Bu zehirli kitapları okumamalı, çocuklarımıza da okutmamalıyız. Bunları piyasaya sürenlerin yaldızlı reklâmlarına aldanmamalıyız. (Tam İlmihal s. 887)