CEVAP
Elbette yanlıştır. Bunları, dinsizler söylüyorlar. Hangi dille gelseydi, aksini söylerlerdi. Yusuf sûresinin, (Anlayabilmeniz için, Kur’anı Arapça olarak indirdik) mealindeki ikinci âyet-i kerimesi, tefsirlerde şöyle açıklanıyor:
(Kur’anı herhangi bir dille değil, en geniş, en açık dil olan Arapça olarak indirdik. Eğer iyi düşünürseniz, bu kitabın yüceliğini, kendisinin bir şaheser, sözlerinin bütün insanlığa hitap ettiğini görür, Müslüman olmayı en büyük vazife, en yüksek saadet telakki edersiniz. Ey Araplar, Kur’anın, edebiyatçıların, şairlerin sözlerine benzemediğini gördünüz. Bunun insan sözü değil, ilâhî bir kelam olduğunu düşünürseniz, anlarsınız.)
Demek ki âyette geçen anlamak ifadesi, bunun ilâhî kelam olduğunu anlamaktır. Yoksa ahkâmını anlamak değildir. Eğer öyle olsaydı, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla!) buyurmazdı. (Nahl 44)
Fussilet sûresinin, (Eğer biz Kur’anı yabancı bir dille gönderseydik, “Âyetler tafsilatlı şekilde açıklanmalıydı. Arapça olmayan bir kitabı biz nasıl anlarız” derlerdi. De ki: O Kur’an, bütün inananlar için, doğru yolu gösteren bir rehber ve şifadır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır. Sanki onlara uzaktan bağrılıyor da, Kur’anın ne söylediğini anlamıyorlar) mealindeki 44. âyetin açıklaması şöyledir:
Kur’an, [Çince, Yunanca, Rusça veya başka bir dilde değil de] kendi diliniz olan Arapçadır. Siz, ifadelerinin vecizliğinden, şaheserliğinden bu Kur’anın ilâhî bir kelam olduğunu anlarsınız. Yoksa (Arap olduğunuza göre, Kur’anın hükümlerini de anlarsınız) denmiyor. Âyetin devamında, [Arap oldukları hâlde] inanmayanların Kur’anı sağırlar gibi duymadıkları bildiriliyor. Bilinmesi farz olan iman bilgileri, farzlar ve haramlar, ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkhı, müctehid âlimler, âyet ve hadislerden çıkarmıştır. (Hadika)