CEVAP
Soya çekenler olabilir, ama (Babam borcuna sâdık değil, ben de onun gibi yapmalıyım) demek çok yanlış olur. Verme imkânı olduğu hâlde, borcunu geciktirmek günahtır, zulümdür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, imkânı olduğu hâlde, borcunu geciktirirse, [borcunu verinceye kadar] her gün amel defterine zulmetme günahı yazılır.) [Taberani]
(Ödememek niyetiyle borçlanan, Kıyamete hırsız olarak gelir.) [İbni Mace]
(Borcunu ödemeyene, Allahü teâlâ Kıyamette, “Bunun hakkını sende bırakacağımı mı zannettin?” buyurarak, o kimsenin sevablarını alıp alacaklıya verir. Eğer borcunu vermeyenin iyi ameli yoksa, alacaklının günahlarını borçluya yükler.) [Taberani]
(Borç, dindarlığın lekesidir.) [Kudaî]
(Borç, gece kaygı, gündüz zillettir.) [Deylemî]
(Borç, din ve şerefi eksiltir.) [Deylemî]
(Gücü yeterken borcunu ödemeyene, gece gündüz günah yazılır.) [Beyhekî]
(Borçlu, kabrinde hapistedir.) [Taberanî]
(Borçlu, kabrinde zincirlerle bağlıdır.) [Deylemî]
(Müminin ruhu, borcu ödeninceye kadar bağlıdır.) [Tirmizî]
(Borçlanarak korku içine girmeyin!) [Beyhekî]
(Ölülerinizin borçlarını ödemede acele ediniz!) [İbni Mace]
(En iyiniz, borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir.) [Nesaî]
(Ödeme imkânı olanın, borcunu vermeyip, alacaklısını oyalaması zulümdür.) [Buhari] (Borcu ödememek zulüm, ödemeyen de zâlimdir.)
(Ödeme imkânı varken, borcunu ödemeden ölmek, en büyük günahtır.) [Ebu Davud]
Âcil verilmesi gereken borcu ödemeden, sadaka vermemeli. Çünkü hadis-i şerifte, (Borcu varken verilen sadaka kabul olmaz) buyuruldu. (Buhari)
Taksitli borçlar, bundan müstesnadır. Taksitlerin ödeme günü geldikten sonra mazeretsiz ödenmezse, o zaman bu hükme girer.
Kutb-i irşad ve kutb-i medar
Sual: Kutb-i irşad ve kutb-i medar kime denir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kutb-i ebdal [kutb-i medar], âlemde, dünyada her şeyin var olmasına ve varlıkta durabilmesi için feyz gelmesine vasıta olan zattır. Her şeyin yaratılması, rızıkların gönderilmesi, dertlerin, belaların giderilmesi, hastaların iyi olması, bedenlerin afiyette olması, kutb-i ebdalin feyzleriyle olur.
Kutb-i irşad ise, âlemin irşadı ve hidayeti için, feyzlerin gelmesine vasıta olur. İman etmek, hidayete kavuşmak, ibadet yapabilmek, günahlara tevbe etmek, kutb-i irşadın feyzleriyle olur. Kutb-i irşadla, bütün insanlara iman ve hidayet gelmektedir. Kalbi bozuk olanlara gelen feyzler, dalalet, kötülük hâline döner. Şeker hastasına verilen tatlıların, onun kanında zehir hâline dönmesine benzer. Yahut safrası bozuk olana, tatlının acı gelmesine benzer.
Her zaman, kutb-i ebdal bulunur, çünkü âlem, onunla nizam bulur. Bunlardan biri ölünce, bunun yerine başkası tayin edilir. Kutb-i irşad ise, çok az bulunur. Asırlar sonra, böyle bir cevher gelir. Kararmış olan âlem, onun gelmesiyle aydınlanır. Onun irşadının nurları, bütün dünyaya yayılır. Yerden Arş’a kadar, herkese rüşd, hidayet, iman ve marifet, onun yoluyla gelir. Herkes, ondan feyz alır. Arada o olmadan, kimse bu nimete kavuşamaz. O büyük zatı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse yahut o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır. Sevgisi ve ihlâsına göre, o deryadan kalbi feyz alır.
Bunun gibi, bir kimse, Allahü teâlâyı zikrederse ve bu zatı hiç düşünmezse, mesela onu tanımazsa, yine ondan feyz alır, fakat birinci feyz daha fazla olur. Bir kimse, o büyük zatı inkâr eder, beğenmezse yahut o büyük zat, bu kimseye incinmişse, bu kimse Allahü teâlâyı zikretse de, rüşd ve hidayete kavuşamaz. Ona inanmaması veya onu incitmiş olması, feyz yolunu kapatır. O zat bu kimsenin zararını istemese de, hidayete kavuşamaz. Rüşd ve hidayet, var görünürse de yoktur. Faydası çok azdır. O zata inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve Allahü teâlâyı zikretmeseler de, yalnız sevdikleri için rüşd ve hidayet nuruna kavuşurlar. (1/260)
Kutb-i irşad denilen Ehl-i sünnet âlimi, her zaman ve her yerde bulunmaz. Her köşedeki cahil tarikatçıları, şeyh sanmamalı, tuzaklarına düşerek sonsuz saadetten mahrum kalmamalıdır.