Cevap:
Allahü teâlâ doğru ve ihlâs ile ibadet yapanları seveceğini, bunların kalplerine dünyada feyzler, nurlar vereceğini, ahirette de (Sevap), yani iyilik vereceğini vaat etti. (İbadet), emirleri yapmak, (Takvâ) haramlardan, yasak edilmiş olanlardan sakınmak demektir. İbadetlerin doğru olması için, nasıl yapılacaklarını öğrenmek ve öğrendiklerine uygun olarak yapmak lâzımdır. (İhlâs), gerek beden ile, gerek mal ile yapılan farz veya nafile bütün ibadetleri, meselâ hayrat ve hasenat yapmağı, Müslümanları sevindirmeği, onları sıkıntıdan kurtarmağı, zikri, istiğfarı Allah rızası için yapmaktır.
Mal, mevkii, hürmet, şöhret kazanmak için yapılan ibadette ihlâs olmaz, riya olur. Böyle ibadete sevab verilmez. Günah olur, azab yapılır. Bid’at işleyenlerin, haram işleyenlerin ve böyle kimselerle ve kâfirlerle, mezhepsizlerle arkadaşlık, komşuluk yapanların kalplerinde, ihlâs kalmaz. Zulmet, kara lekeler hâsıl olur. İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh” birinci cildin ellidokuzuncu mektubunda buyuruyor ki, (Bütün müminler ibadet yaparken, Allahü teâlâ emir ettiği ve beğendiği için yapmağa niyet ediyorlar. Böylece ihlâs ile yapıyorlar. Fakat bütün işlerin, iyiliklerin hep ihlâs ile yapılması ve bu ihlâsın kalbe hemen gelmesi lâzımdır.
Bazı kimselerde, ibadetlere başlarken yapılan niyet, ihlâs, zahmet çekerek, kendini zorlayarak hâsıl oluyor ve kısa bir zaman devam ediyor. Sonra kalbe nefsin arzuları geliyor. Devamlı ihlâs sahiplerine (Muhlas) denir. Zahmet çekerek elde edilen, devamsız ihlâsın sahiplerine (Muhlis) denir. Muhlas olana, ibadet yapmak, tatlı ve kolay olur. Çünkü bunlarda, nefislerinin arzusu ve şeytanın vesvesesi kalmamıştır. Böyle ihlâs, insanın kalbine ancak bir Velinin kalbinden gelir). İbadete başlarken nefis ve şeytan ile mücadele ederek, devamsız olan ihlâs elde edilebilince, böyle ihlâs ile yapılan ibadetler de, zamanla nefsi zayıflatır, devamlı ihlâs elde etmeğe sebep olur. Fakat buna kavuşmak senelerce sürer. (Tam İlmihal s. 1049)
***
Mal, mevkii, hürmet, şöhret kazanmak için yapılan ibadette ihlâs olmaz, riya olur. Böyle ibadete sevab verilmez. Günah olur, azab yapılır. Bid’at işleyenlerin, haram işleyenlerin ve böyle kimselerle ve kâfirlerle, mezhepsizlerle arkadaşlık, komşuluk yapanların kalplerinde, ihlâs kalmaz. Zulmet, kara lekeler hâsıl olur. İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh” birinci cildin ellidokuzuncu mektubunda buyuruyor ki, (Bütün müminler ibadet yaparken, Allahü teâlâ emir ettiği ve beğendiği için yapmağa niyet ediyorlar. Böylece ihlâs ile yapıyorlar. Fakat bütün işlerin, iyiliklerin hep ihlâs ile yapılması ve bu ihlâsın kalbe hemen gelmesi lâzımdır.
Bazı kimselerde, ibadetlere başlarken yapılan niyet, ihlâs, zahmet çekerek, kendini zorlayarak hâsıl oluyor ve kısa bir zaman devam ediyor. Sonra kalbe nefsin arzuları geliyor. Devamlı ihlâs sahiplerine (Muhlas) denir. Zahmet çekerek elde edilen, devamsız ihlâsın sahiplerine (Muhlis) denir. Muhlas olana, ibadet yapmak, tatlı ve kolay olur. Çünkü bunlarda, nefislerinin arzusu ve şeytanın vesvesesi kalmamıştır. Böyle ihlâs, insanın kalbine ancak bir Velinin kalbinden gelir). İbadete başlarken nefis ve şeytan ile mücadele ederek, devamsız olan ihlâs elde edilebilince, böyle ihlâs ile yapılan ibadetler de, zamanla nefsi zayıflatır, devamlı ihlâs elde etmeğe sebep olur. Fakat buna kavuşmak senelerce sürer. (Tam İlmihal s. 1049)
***
Sual: Yaratıcının sonsuz önceden var olması ve kendinde değişiklik olmaması nasıl olur? Yaratıcıya inanmak ne demektir?
Cevap:
Âlemi yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadîm olması, yani hep var olması, hiç değişmeden, sonsuz var olması lâzım geldiğini, (Şerh-i mevâkıf) kitabı, beşinci mevkıfın birinci mersadında uzun ispat etmektedir. Kısacası şöyledir ki, değişmek, başka şey olmak demektir.
Yaratıcı değişince, başka olur. Yaratıcılığı bozulur. Yaratıcının değişmemesi, hep aynı kalması lâzımdır. Âlemin sonsuz olamayacağını anlattığımız gibi düşünürsek, değişmeyen yaratıcının kadim olması, sonsuz var olması lâzımdır. Bunun için, hiç değişmeyen sonsuz var olan bir yaratıcı vardır. Bu hiç değişmeyen bir yaratıcının ismi (Allah)tır. Allahü teâlâ, kendini tanıtmak için, insanlara Peygamberler göndermiştir. Son ve en üstün Peygamberi olan Muhammed aleyhisselâmın hayatını, üstünlüklerini, doğru yazılmış kitaplardan okuyan anlayışlı ve insaflı bir kimse, Allahü teâlânın var olduğunu ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Peygamberi olduğunu hemen anlar. Seve seve Müslüman olur. Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Peygamberi olduğuna ve Peygamberlerinin en üstünü olduğuna ve bunun her sözünün doğru, faydalı olduğuna inanmağa (İman etmek) ve (Müslüman olmak) denir.
Böyle inanan kimseye (Mümin) ve (Müslüman) denir. Muhammed aleyhisselâmın sözlerine (Hadîs-i şerif) denir. Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde açık olarak bildirilenlerden birine bile inanmayana (Kâfir) denir.
Asılları Hak teâlânın kelâmı olan ve sonradan değiştirilip, birer tarih kitabı hâline çevrilmiş bulunan, Tevrât, Zebûr ve İncîli, Allah kelâmı zan eden kâfirlere (Ehl-i kitap), kitaplı kâfir denir. Yahudilerin ve Hıristiyanların çoğu kitaplı kâfirdir. Kendisinde ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna inandıkları bir insanın heykeli, mezarı karşısında secde ederek, onun her şeyi yapacağına inananlara (Müşrik) veya (Putperest) denir. Berehmen, Budist ve Ateşperestler böyledir. Yahudilerin ve Hristiyanların bir kısmı, büyük Kostantinden sonra, müşrik oldu. Hiçbir dine inanmayanlara (Ateist) ve (Dehrî) denir. Komünistler ve Masonlar ve bunların tuzaklarına düşen din cahilleri böyledir. (Tam İlmihal s. 1042)
Yaratıcı değişince, başka olur. Yaratıcılığı bozulur. Yaratıcının değişmemesi, hep aynı kalması lâzımdır. Âlemin sonsuz olamayacağını anlattığımız gibi düşünürsek, değişmeyen yaratıcının kadim olması, sonsuz var olması lâzımdır. Bunun için, hiç değişmeyen sonsuz var olan bir yaratıcı vardır. Bu hiç değişmeyen bir yaratıcının ismi (Allah)tır. Allahü teâlâ, kendini tanıtmak için, insanlara Peygamberler göndermiştir. Son ve en üstün Peygamberi olan Muhammed aleyhisselâmın hayatını, üstünlüklerini, doğru yazılmış kitaplardan okuyan anlayışlı ve insaflı bir kimse, Allahü teâlânın var olduğunu ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Peygamberi olduğunu hemen anlar. Seve seve Müslüman olur. Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Peygamberi olduğuna ve Peygamberlerinin en üstünü olduğuna ve bunun her sözünün doğru, faydalı olduğuna inanmağa (İman etmek) ve (Müslüman olmak) denir.
Böyle inanan kimseye (Mümin) ve (Müslüman) denir. Muhammed aleyhisselâmın sözlerine (Hadîs-i şerif) denir. Kur’ân-ı kerimde ve hadîs-i şeriflerde açık olarak bildirilenlerden birine bile inanmayana (Kâfir) denir.
Asılları Hak teâlânın kelâmı olan ve sonradan değiştirilip, birer tarih kitabı hâline çevrilmiş bulunan, Tevrât, Zebûr ve İncîli, Allah kelâmı zan eden kâfirlere (Ehl-i kitap), kitaplı kâfir denir. Yahudilerin ve Hıristiyanların çoğu kitaplı kâfirdir. Kendisinde ülûhiyyet sıfatı bulunduğuna inandıkları bir insanın heykeli, mezarı karşısında secde ederek, onun her şeyi yapacağına inananlara (Müşrik) veya (Putperest) denir. Berehmen, Budist ve Ateşperestler böyledir. Yahudilerin ve Hristiyanların bir kısmı, büyük Kostantinden sonra, müşrik oldu. Hiçbir dine inanmayanlara (Ateist) ve (Dehrî) denir. Komünistler ve Masonlar ve bunların tuzaklarına düşen din cahilleri böyledir. (Tam İlmihal s. 1042)