Cevap: Bu konuda Hadîkada, fitne anlatılırken deniyor ki:
“Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları devlete karşı isyana kışkırtmak demektir. Zalim olan devlete de itaat etmek vaciptir.”
Ayrıca Berîkada da deniyor ki:
“Başınızdaki amir, bir Habeş hizmetçi gibi zelil, adi, aşağı kimse olsa da, İslâmiyete uygun emirlerine itaat vaciptir. İslâmiyete uymayan emirlerine de, fitneye, fesada sebep olmamak için karşı gelmemeli, isyan etmemelidir.”
Din adamlarının insanlara yapamayacakları fetvaları bildirmeleri de fitneye sebep olur. Köylüye ve ihtiyara, tecvitsiz namaz kılınmaz demek böyledir. Çünkü, bunlar artık öğrenemez ve namazı büsbütün bırakır. Halbuki, tecvitsiz namazın caiz olduğuna, fetva verenler vardır. Bu fetva zayıf ise de, hiç kılmamaktan iyidir. Harac, meşakkat olunca başka mezhebi taklit caiz olduğunu düşünerek, cahillere, acizlere zorluk çıkarmamalıdır.
***
Sual: Bir kimse, tarlasından, bahçesinde elde ettiği mahsulün uşrunu vermezse, sadece verilmeyen uşur miktarı mı yoksa o mahsulün tamamı mı haram olur?
Cevap: Bu konuda İmâd-ül-islâm kitabında deniyor ki:
“Çift sürmekle hasıl olsun, bağdan hasıl olsun, mahsulün onda birini fakir Müslümana vermeden önce yemek haramdır. Eğer ölçü ile çıkarıp, ölçü ile yedikten sonra, yediğinin de uşrunu hesap edip verirse, önce yemiş olduğu helal olur.
On kile buğday alan, bir kilesini Müslüman fakire vermezse, yalnız o bir kilesi değil, on kilenin hepsi haram olur. Sahibinin rızası yok iken, onun yerini ekip mahsul alan kimseye, elde ettiği mahsulden yalnız masrafı, sermayesi kadarı helal olup, fazlası haram olur. Fazlasını fakirlere sadaka vermesi lazımdır.”
***
Sual: Yatılı olarak gelen misafire, kaldığı süre içinde her gün ikramda bulunmak, dinimizin emri midir?
Cevap: Bu konuda Mâ-lâ-büddede deniyor ki:
“Gelen misafire üç gün ziyafet vermek, müekked sünnettir. Sonraki günlerde ise müstehabdır.”
***
Sual: Bir veya birkaç kişi yemek yerken, oraya gelen bir kimse, bu yemek yiyenlere selam verebilir mi?
Cevap: Eğer gelen açsa ve sofraya çağrılacağını bilirse, yemek yiyenlere selam verebilir.
***
Sual: Kimler ne zaman ve hangi hallerde özür sahibi olur ve bunlar nelere dikkat etmelidir? Abdesti bozan şeylerde özür sahibi olmayanlar Maliki mezhebini taklit edebilir mi?
Cevap: Abdesti bozan şeyin bedenden çıkması, devamlı olursa, (Özür) denir. İdrar, iç sürmesi, yel kaçırmak, burun kanaması ve yaradan kan, sarı su akması, ağrıdan, şişten dolayı gözyaşı akması devamlı olunca, bu kimse ve istihaza kanı akan kadın, (Özür sahibi) olurlar. Tıkamakla, ilaç ile veya namazı oturarak yahut ima ile kılarak, bunları durdurmaları lâzımdır. Namaz vakti çıkınca , özür sahibinin abdesti bozulur. Vakit çıkmadan önce de, özre sebep olan şeyden başka bir sebep ile abdesti yine bozulur. Mesela, burnu deliklerinin birinden kan gelmekte iken abdest alıp, sonra diğer delikten de akmağa başlasa, abdesti bozulur. Hanefide ve Şafiide, (özür sahibi) olmak için, abdesti bozan şeyin, bir namaz vaktinde devamlı akması lâzımdır.
Abdest alıp, o vaktin farzını kılacak kadar bir zamanda akmazsa, özür sahibi olmaz. Bir kimse özür sahibi olunca, sonraki namaz vakitlerinde, bir kere, bir damla bile gelse, özür sahibi olması, o vakitlerde de devam eder. Bir namaz vaktinde hiç gelmezse, özür sahibi olmak biter. Özre sebep olan necaset elbiseye dirhem miktarından fazla bulaşınca, tekrar bulaşmasına mani olmak mümkün ise, bulaşmış yeri yıkamak lâzım olur. (El-fıkh-u alel-mezâhib-ilerbe’a)da diyor ki, (Bir hastanın Maliki mezhebine göre özür sahibi olması için, iki kavil vardır: Birinci kavle göre, abdesti bozan şeyin, bir namaz vaktinin yarısından fazla devam etmesi ve başladığı ve durduğu vakitlerinin belli olmaması lâzımdır. İkinci kavle göre, birinci kavildeki iki şart olmasa dahi, bu akıntılar başlayınca, hasta özür sahibi olur. Abdesti bozulmaz. Kesildiği vakit malum olursa namaza duracağı zaman, abdest alması müstehab olur. Hanefide ve Şafiide özür sahibi olamayan hasta ve ihtiyar, Maliki mezhebinin ikinci kavlini taklid eder.) (İslâm Ahlâkı s. 279)