Cevap: Bu konuda Hadîkada dil afetlerini anlatırken deniyor ki:
“Emr-i ma'rûfu ve Nehy-i münkeri el ile yapmak, devlet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalp ile yapmak da her Müslümana farzdır. El ile yapmaya İhtisâb ve Hisbet denir. Dil ile yapmaya Vaaz ve Nasihat denir. Hisbet yaparak çalgıları, içki şişelerini kırmak yalnız devlet memurlarının vazifesi olduğu için, başkaları kırarsa tazmin eder, öderler. Hisbet yapmak, din adamlarına farz değil ise de, günah işlenirken mâni olmaları caizdir. Fakat, din adamı hisbet yaparken fitne uyandırmamalıdır. Yani, kendinin ve Müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek olursa, hisbeti terk etmesi vacip olur. Hisbet yaparken kendinde kibir, riya, suizan, meşhur olmak düşüncelerinin hasıl olması ve Müslümanı hakaret, techil etmesi, fitne olur. Caiz olan bir şeyi yapmak haram işlemeye sebep olursa, bunu yapmak da haram olur. Hadîs-i şeriflere, kendine göre mana vererek, vacib olmayan şeyi yapmaya kalkışmamalıdır. Fitne çıkarmamaya dikkat etmelidir. Öldürüleceğini muhakkak bilenin cihad yapması caiz olmaz. Öldürüleceğini bilenin şartlarına uygun hisbet yapması caiz olur ve ölünce şehit olur. Fakat, fitne çıkacağını bilenin hisbet yapması caiz olmaz. Zalim devlet adamlarına, Allah rızası için, dil ile emr-i ma'rûf yapmak da böyledir.”
***
Sual: Yırtıcı hayvanların, domuz ve köpeğin içtiği suyun artanı ile abdest alınabilir mi?
Cevap: Domuzun, köpeğin ve yırtıcı hayvanların ve henüz fare yiyen kedinin artıkları, etleri ve sütleri kaba necasettir. Bunları yemek, içmek haramdır. Artıklarını abdestte, gusülde ve temizlikte kullanmak caiz değildir. İlaç olarak da kullanılmaz.
***
Sual: Küçük çocuğun elini soktuğu kovadaki su ile abdest almanın mahzuru olur mu?
Cevap: Küçük çocuğun elini suya sokması, kedinin artığı gibidir. Yani, eli temiz olduğu bilinmiyorsa, bu su ile abdest almak veya içmek, tenzihen mekruh olur.
***
Sual: Kitaplarda akıcı su tabiri geçiyor, bunun ölçüsü nedir?
Cevap: Saman çöpünü sürükleyen suya, akıcı su denir.
***
Sual: İslâmiyeti öğreten hocaları sevmek ve itaat etmek nasıl olmalı ve nelere dikkat etmelidir? Hocanın söylediği yanlış görünürse ne yapmalıdır?
Cevap: İmam-ı Rabbani hazretleri Mektûbât kitabının birinci cildi 292. mektubunda buyuruyor ki: Bu yolda vâsıta olanı seven bir kimseye, Onun her yaptığı ve her sözü sevgili gelir. Ona karşılık vermenin yeri olmaz. Her işte, yemekte, içmekte, elbise giymekte, yatmakta ve ibadetlerde, hep ona uymalıdır. Namazı onun gibi kılmalıdır. Fıkhı, onun ibadetlerini görerek öğrenmelidir.
Onun her yaptığını, her söylediğini, yanlış görünse bile, doğru ve iyi bilmelidir. O her şeyi ilham ile ve izin ile yapar. Bunun için, hiçbir işine, bir şey söylenemez. İlhamında hata olsa bile, ilhamda yanılmak, ictihadda yanılmak gibidir. Ayıplamak ve karşı gelmek câiz olmaz.
Onun hiçbir işine, hiçbir sözüne, hardal dânesi kadar bile karşılık vermemelidir. Karşılık veren mahrum kalmaktan kurtulamaz. İnsanların en aşağısı, bu büyüklerde kusur gören kimsedir. Allahü teâlâ, bu büyük belâdan bizleri korusun! Onda bir harika, bir keramet aramamalıdır. Gönlünden böyle bir şey geçirmemelidir. Bir müminin, bir Peygamberden, bir mucize istediği, hiç görülmüş müdür? Kâfirler ve inanmayanlar mucize ister.
Gönlünde bir şüphe hâsıl olursa, hemen bildirmelidir. Şüphesi çözülmezse, kusuru kendinde bilmelidir. Pîrde hiçbir kusur görmemelidir. Rüyalarını ondan saklamamalıdır. Tabirlerini ondan beklemelidir. Kendi yaptığı tabiri de söylemeli, doğru olup olmadığını sormalıdır. Kendi keşiflerine güvenmemelidir. Bu dünyada, doğru ile yanlış karışıktır. Haklı ile haksız bir aradadır. Sıkışmadıkça ve izin almadıkça ondan ayrılmamalıdır. Ondan ayrılıp başkasına gitmek, müritliğe yakışmaz. Sesini, onun sesinden yükseltmemelidir. Onunla yüksek sesle konuşmak, edebsizlik olur. Kendine gelen her feyzi, her keşfi, ondan bilmelidir. Rüyada, başka şeyhlerden feyz geldiğini görürse, onları da, kendi şeyhinden bilmelidir. Bütün üstünlüklerin ve feyzlerin onda bulunduğunu, kendisine uygun olan feyzi, bu feyze uygun olan bir zât şeklinde olarak Ondan geldiğini ve onun latifelerinden, o feyze uygun bir latifenin, o zât şeklinde göründüğünü bilmelidir. Kendisi yanılarak, Onun latifesini, başka zât sanmış, feyzi ondan geliyor bilmiştir. Bu büyük bir yanılmaktır. Hak teâlâ yanılmaktan korusun! İnsanların en üstünü hürmetine, saadete vâsıta olan zâta inancı ve sevgiyi doğru eylesin “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât”. Kısacası, (Tasavvuf baştan başa edebdir), ata sözü olmuştur. Edebi gözetmeyen bir kimse, Allahü teâlâya kavuşamaz. Edeblerden birkaçını yapamadığı için üzülürse ve edebleri yerine getiremezse ve uğraştığı hâlde başaramazsa, af olunur. Fakat, kusurunu bildirmesi lâzımdır. Eğer Allah korusun, edebleri gözetmez ve bundan dolayı üzülmezse, bu büyüklerin faydasına ve bereketine kavuşamaz. (Mektûbât Tercemesi s. 463)