Cevap: İman ile küfür birbirlerine zıt olduğu gibi, ahiret de, dünyanın zıddıdır. Dünya ve ahiret bir araya getirilemez. Ahireti kazanmak için, dünyayı yani haramları terk etmek lazımdır. Dünyayı terk etmek, iki türlüdür:
Birincisi; bütün haram olan şeylerle beraber, mubahları yani günah olmayan lezzetlerin çoğunu da bırakıp, yaşamak için zaruri olan miktarını kullanmaktır. Tembel ve işsiz olarak oturup da, dünyanın zevk, keyif ve eğlencelerine dalmak yolunu bırakarak, her türlü zevk ve lezzetinden vazgeçip, bütün zamanını, ibadet ile ve Müslümanların rahatları, İslâm dinini bilmeyenlerin, doğru yola kavuşmaları için lazım olan ilmi ve teknik usulleri, vasıtaları, en ileri ve en üstün şekilde yapmakla, kullanmakla geçirmek, durmadan çalışmaktır ve dünya zevkini böyle çalışmakta aramak ve bulmaktır. Eshab-ı kiramın hepsi ve din büyüklerinin çoğu, böyle idi. Dünyayı, bu şekilde terk etmek, pek faydalıdır. Bundan maksat, İslâmiyetin emrettiği şeyleri yapmak için, bütün rahatı ve zevkleri feda etmektir.
İkincisi; dünyada haram ve şüpheli şeylerden kaçıp mubahları kullanmaktır. Bu kısım da, hele bu zamanda, çok kıymetlidir.
İslâmiyetin haram ettiği şeylerden kaçınmak, her Müslüman için lazımdır. Haramların haram olmasına ehemmiyet vermeyen, Allahü teâlânın yasak etmesine aldırış etmeyen veya bunları beğenen, güzel diyen kâfir olur. Allahü teâlânın haram etmesine ehemmiyet verip, kabul edip de, nefsine aldanarak, bunları yapan ve sonra akıllarını toparlayıp pişman olanlar kâfir olmaz ve imanlarını kaybetmezler. Böyle kimselere Asi ve Fasık denir. Bunlar, günahları sebebiyle, belki Cehenneme girip cezalarını çekerse de, Cehennemde sonsuz kalmayacaklar, çıkıp Cennete kavuşacaklardır.
Allahü teâlânın mubah ettiği, yani müsaade ettiği şeyler pek çoktur. Bunlarda bulunan lezzet, haramda bulunanlardan, fazladır. Mubah kullananları Allahü teâlâ sever, haram kullananları sevmez. Aklı olan, doğru düşünebilen bir kimse, geçici bir zevk için, sahibinin, yaratanının sevgisini teper mi? Zaten, haram olan şeylerin sayısı pek azdır. Bunlarda bulunan lezzet, mubahlarda da vardır.
***
Sual: Peygamber Efendimizden sonra halife olanların üstünlükleri hep aynı mı idi, yoksa birbirinden farkları var mı idi?
Cevap: Bu konuda İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabının 3. cilt 17. mektubunda buyuruyor ki:
“Dört halifenin birbirinden yükseklikleri, hilafetleri sırası iledir. Çünkü, doğru yolda olan âlimlerin hepsi diyor ki: Peygamberlerden sonra, insanların en üstünü, Ebu Bekr-i Sıddîk hazretleridir. Ondan sonra, Ömer-ül-Fârûk hazretleridir.
Efdal olmak, yani üstünlük, fazileti, meziyeti, iyi sıfatları çok olmak değildir. Önce imana gelmek, din için herkesten çok mal vermek ve canını tehlikelere atmaktır. Yani dinde, sonra gelenlere, üstat olmaktır. Sonra gelenler, her şeyi, öncekilerden öğrenir. Bu üç şartın hepsi, Sıddîk hazretlerinde toplanmıştır. Herkesten önce imana gelmiş, malını ve canını din için feda etmiştir. Bu nimet, bu ümmette, ondan başkasına nasip olmamıştır. Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem vefatına yakın, buyurdu ki: (Bana malını, canını, Ebu Bekir kadar çok feda eden, başkası yoktur. Eğer, dost edinseydim, elbette Ebu Bekr'i dost edinirdim.) Bir hadîs-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, beni size Peygamber gönderdi. İnanmadınız. Ebu Bekir inandı. Bana malı ile, canı ile yardım etti. Onu hiç incitmeyin ve Ona hürmet ve tazim edin!) Bir hadîs-i şerifte buyurdu ki: (Benden sonra Peygamber gelmeyecektir. Eğer gelseydi, elbette Ömer Peygamber olurdu.) Hazret-i Ali; “Ebu Bekir ile Ömer’den, her biri, bu ümmetin en yükseğidir. Beni onlardan üstün tutan, iftiracıdır. İftira edenler dövüldüğü gibi, onu döverim” buyurdu.
***
Sual: Namaz vakti daralmış ve abdesti olmayan bir kimse, yolda rastladığı su birikintisi ile abdest alabilir mi?
Cevap: Yolda rastlanan bir suyun temiz olduğu iyi bilinir veya temiz olduğu çok zan edilirse, bununla abdest alınır. Hatta, su az ise, buna necaset karıştığı iyi bilinmedikçe, bununla abdest alınır ve gusül edilir. Teyemmüm edilmez. Çünkü, her suyun aslı temizdir, zan ile pis olmaz.
***
Sual: Bir kimse, çok zan etmekle iman etmiş olur mu yoksa inanılacak şeyleri iyi bilmesi mi gerekir?
Cevap: İbadetler, fazla zan edilmekle, doğru olur. İman, itikat ise, çok zan ile doğru olamaz, iyi bilinmekle doğru olur.
***
Sual: Bazı kimseler, evliyada meydana gelen, keşif ve kerametlere inanmıyor. Böylelerine ne denebilir?
Cevap: Evliyanın keşif ve kerametlerine inanmayanlar, aslında Müslümanların evliyaya olan itimatlarını yıkmaya çalışmaktadırlar. Halbuki, bu davranışlar çok çirkin ve haksızdır. Çünkü, bir âyet-i kerimede mealen; (Çok zikrediniz. Zikretmekle kalp itminana kavuşur) buyuruldu. Hadîs-i şerifte; (Allah sevgisinin alameti, Onu çok zikretmektir) buyuruldu. Hadîs âlimleri; “Resûlullah, her an zikrederdi” buyurdu. İşte bunun için bu ümmetin büyükleri çok zikrederdi. Böylece, İslâmiyetin bu emrini de yerine getirmeye çalışırlardı. Çok zikredince, mübarek kalpleri itminana kavuşurdu. (Her derdin şifası vardır. Kalbin şifası, zikrullahtır) ve (Takvanın kaynağı, ariflerin kalpleridir) hadîs-i şeriflerinin haber verdiği gibi, kalp hastalığından, günahlardan kurtuldular. Allahü teâlânın sevgisine kavuştular. İşte takva sahibi olan, kalpleri temiz olan, Allahü teâlânın çok sevdiği bu büyük âlimler diyorlar ki:
“Çok zikrederken, dünyayı, her şeyi unutuyoruz. Kalbimiz ayna gibi oluyor. İnsan uykuda, her şeyi unutunca, rüya gördüğü gibi kalplerimizde bir şeyler görünüyor.” Bu gösterilenlere Keşif, Mükâşefe, Şühûd isimlerini veriyorlar. Böyle olduğunu, her asırda binlerle evliya haber veriyor.
Çok zikretmek ibadettir. Çok zikredenleri Allahü teâlâ sever. Bunların kalpleri, takva kaynağı olur. Bunları Kitap ve Sünnet haber veriyor. Bunlara inanmayan, Kitaba ve Sünnete inanmamış olur. Kalpte keşif ve şühûd hasıl olduğunu da, Allahü teâlânın sevdiği doğru Müslümanlar haber veriyor. Hadîs-i şerifte; (Çok zikredenin kalbinde nifak kalmaz) buyuruldu. Bunları haber verenler, münafık olmayan, özü, sözü doğru kimselerdir. Keşif ve keramet, böyle kimselerin tevatür hâlindeki haberleri ile bildirilmiştir.
Evet bunlar, Ümûr-i vicdâniyye, Ümûr-i zevkiyyedir. Başkalarına hüccet olamaz. Bunlara inanmak emrolunmadı. Fakat, inanmak yasak da edilmemiştir. Allahü teâlânın sevdiği salih Müslümanların tevatür hâlinde bildirdiklerine inanmak, inanmamaktan daha iyidir. Müslümana hüsn-i zan olunur, haberlerine güvenilir. İbadetlerde bile, sözlerine güvenilir. “İnkâr eden, mahrum olur” sözü, meşhurdur.