Cevap: İmam-ı a'zam Ebu Hanife hazretleri fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usuller, metotlar koyduğu gibi, Resûlullah efendimizin ve Eshâb-ı kiramın bildirdiği itikat, iman bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Talebesinden, ilm-i kelâm yani iman bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan imam-ı Muhammed Şeybâni hazretlerinin yetiştirdiklerinden, Ebû Bekr-i Cürcânî meşhur oldu. Bunun talebesinden de, Ebû Nasr-ı İyâd, kelâm ilminde, Ebû Mensûr-i Mâtürîdîyi yetişdirdi.
Ebû Mensûr hazretleri, İmam-ı a'zamdan gelen kelam bilgilerini kitaplara yazdı. Yoldan sapmış olanlarla çarpışarak, Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirdi. Her tarafa yaydı. Miladi 944 senesinde, Semerkant’ta vefat etti. Kabrini, bir Yahudi Ruslardan satın alarak, eğlence yeri yapmıştı. İhlâs Holding şirketi, bu çirkin hâli görünce, miladi 1996 senesinde, burasını Yahudi'den 30.000 dolara satın alarak kıymetli hâle getirmiştir. Bu büyük âlim ile Ebül-Hasen-i Eş'arî hazretlerine, Ehl-i sünnetin itikatta mezhep imamları denir.
***
Sual: Fıkıh ilmi kaç kısma, kaç kola ayrılmakta ve bu kısımlar neleri, hangi konuları içine almaktadır?
Cevap: Fıkıh ilmi çok geniştir. Hepsi, dört büyük kısma ayrılır:
1- İbâdât olup, beşe ayrılır: Namaz, oruç, zekât, hac, cihat. Her birinin dalları çoktur. Görülüyor ki, cihada hazırlanmak ibadettir. Peygamber efendimiz din düşmanları ile cihadın iki türlü olduğunu bildiriyor. İş ile, söz ve yazı ile. İş ile cihada hazırlanmak, yeni silahları yapmasını ve kullanmasını öğrenmek farzdır. Bu cihadı devlet yapar. Milletin, devlet kanunlarına, emirlerine uyarak cihada iştirak etmesi farzdır. Zamanımızda ikinci savaş, yani dinsizlerin yazı, film, radyo ile, her çeşit propaganda ile saldırması aldı, yürüdü. Buna da karşı koymak cihaddır.
2- Münâkehât: Evlenme, boşanma, nafaka ve daha nice dalları vardır.
3- Mu'âmelât olup, alışveriş, kira, şirketler, faiz, miras... gibi birçok bölümleri vardır.
4- Ukûbât, yani cezalar olup, başlıca beşe ayrılmaktadır. Kısas, sirkat, zina, kazf, riddet, yani mürted olma cezalarıdır.
***
Sual: Dinin inanılmasını emrettiği şeyleri, deneyerek veya akıl ile araştırarak mı öğrenip inanmalı yoksa Peygamberimizin bildirdiği gibi mi inanmalıdır?
Cevap: Dinin bildirdiği inanılması lazım şeyler için, tecrübi ilimlere danışıp, tecrübeye uygun ise, inanır, tecrübe ile ispat edemeyince, inanmaz veya şüpheye düşerse, o zaman, tecrübesine inanmış olup, Resulullah efendimize inanmamış olur ki, böyle iman, kâmil, olgun değil, zaten bu iman da olmaz. Çünkü iman parçalanamaz, az ve çok olmaz.
Din bilgileri, felsefe ile ölçülmeye kalkışılırsa, bu sefer filozofa inanılmış olup, Peygambere inanılmış olmaz. Evet, Allahü teâlânın var olduğunu, Muhammed aleyhisselamın, Allahın Peygamberi olduğunu anlamakta, aklın, felsefi ve tecrübi ilimlerin yardımı büyüktür. Fakat, bunların yardımı ile Peygambere inanıldıktan sonra, Onun bildirdiği şeylerin her biri için akla, felsefeye ve tecrübi ilimlere danışmak doğru olmaz. Çünkü, akıl, tecrübe ve felsefe yolu ile elde edilen birçok bilgilerin, zamanla değişmekte, yenileri bulununca, eskilerinin atılmakta olduğunu gösteren misaller, literatürlerde az değildir. O hâlde iman, Resulullah efendimizin, Allahü teâlâ tarafından, Peygamber olarak, bütün insanlara getirdiği ve bildirdiği emirlerin hepsine itimat etmek, güvenmek ve inanmaktır. Bu emirlerin, bilgilerin herhangi birine inanmamak veya şüphe etmek küfürdür, inkârdır. Çünkü, Resulullah efendimize inanmamak veya itimat etmemek, güvenmemek, Resulullah efendimize yalancı demek olur. Yalancılık kusurdur ve kusuru olan kimse, Peygamber olamaz.
İman demek, Nasslarda, yani, Kur’ân-ı kerimde ve icmâ ile ve zaruri olarak bilinen hadis-i şeriflerde açıkça bildirilen şeylerin hepsine, inanmak demektir. Burada icmâ demek, Eshâb-ı kiramın söz birliği demektir. Bir şeyi, Eshâb-ı kiram, söz birliği ile bildirmedi ise, Tâbiinin söz birliği bu şey için icmâ olur. Tâbiin de bu şeyi söz birliği ile bildirmedi ise, Tebe-i tâbiinin söz birliği ile bildirmeleri, bu şey için icmâ olur.
İman; Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş, Resulü tasdik etmiş olmaz.