Cevap:
Hicr, menetmek, dostluğu bırakmak, dargın olmak demektir. Günah işleyene, ona nasihat olması niyeti ile hicr eylemek, caizdir, hatta müstehabdır. Bu hâl, Allahü teâlâ için darılmak olur. Hadis-i şerifte;
(Amellerin, ibadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-i fillahtır) buyuruldu. Hubb-i fillah, Allahü teâlâ için sevmek demektir. Buğd-i fillah ise, Allahü teâlâ için sevmemek, dargın olmak demektir. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama;
-Benim için ne yaptın? buyurunca;
-Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, ismini çok zikreyledim, diye arz edince, Allahü teâlâ;
-Namaz, sana burhandır, kötü iş yapmaktan korur. Oruç, kalkandır, Cehennem ateşinden korur. Zekât da, mahşer yerinde gölge verir, sana rahatlık verir. Zikir, mahşerde karanlıktan kurtarır, ışık verir. Benim için ne yaptın? buyurdu.
-Ya Rabbi! Senin için olan işin ne olduğunu bana bildir, diye yalvarınca;
-Ya Musa! Dostlarımı sevdin mi, düşmanlarımdan kesildin mi? buyurdu. Musa aleyhisselam, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibadetin, hubb-i fillah ve buğd-ı fillah olduğunu anladı.
Günah işleyeni, kabahat yapanı uzun zaman hicr eylemek caizdir. Ahmed bin Hanbel hazretlerinin haramdan geldiği bilinen hediyeyi kabul ettikleri için amcasını ve oğullarını hicr eylediği meşhurdur. Resulullah efendimiz, Tebük gazasına gelemeyen üç kişiyi hicr eylemiştir.
***
Sual: Bütün Peygamberlerin iman ve ibadet olarak bildirdikleri hep aynı mıdır?
Cevap:
Bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmeyi istemişlerdir. Fakat, dinleri, yani kalp ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, Müslümanlıkları da ayrıdır.
***
Sual: İnsanlara maddeten yardım eden, hayır yapan kimse, zekât vermiş gibi ibadet sevabı alabilir mi?
Cevap:
İhlas ile, yani Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak ve sevap kazanmak niyeti ile, farzları, sünnetleri yapmaya ve haramlardan, mekruhlardan kaçınmaya, yani ahkam-ı islamiyyeyi, İslâmiyetin hükümlerini yerine getirmeye İbadet etmek denir. Niyetsiz, ibadet olamaz. Önce iman etmek, sonra İslâmiyeti öğrenmek ve yapmak lazımdır.
***
Sual: Kâfir ülkesinde bulunan Müslümanın, kâfirlerle sigorta anlaşması yapması ile İslâm devletindeki kâfirle sigorta anlaşması yapması aynı mıdır ve câiz midir?
Cevap:
Dâr-ül-harbde bulunan müsteminin, kâfirlerin mallarını, onların rızası ile alması câizdir. Mesela, Müslüman tüccar, malını bir harbînin, yani Dâr-ül-harbde bulunan ecnebi, yabancı kâfirin gemisi ile gönderiyor. Gemi sahibi olan kâfire, navlun, yani yol kirası veriyor. Ayrıca, Dâr-ül-harpte mesela Londra’da bulunan bir harbîye, (Sikürte) yani sigorta parası denilen, belli bir ücret de veriyor. Gemi yanar veya batar veya soyulursa veya başka şekilde, gemideki mal elden giderse, o harbî, bu malın bütün değerini, sigorta parası karşılığı olarak, Müslüman tüccara ödüyor. Bu câizdir. Fakat, harbînin, sultanın izni ile İslâm memleketinde oturan müstemin bir vekili de vardır. Tüccar sigorta sözleşmesini bu vekili ile yapıyor. Sigorta parasını, tüccardan, bu vekil olan kâfir alıyor. Denizde, tüccarın malından bir parça yok olursa, bu parçanın değerini tamamen, bu vekil ödüyor. Anladığımıza göre, Müslüman tüccarın, yok olan malının değerini bu vekilden alması helal olmaz. Çünkü, bu para, dâr-ül-islâmda yapılan sözleşme ile İslâmiyetin izin vermediği bir alacaktır. [Kumar parası gibidir.] (Tam İlmihal s. 875)